Yahya Sinvar ve Hamas’ın felsefesi

Yahya Sinvar ve Hamas’ın felsefesi

Haneyn Odetullah, Mondoweiss’te, 7 Ekim olaylarıyla doruğa ulaşan direniş felsefesini Yahya Sinvar’ın romanının merceğinden inceliyor.

Bağımsız web sitesi Mondoweiss’te‘The philosophy of Hamas in the writings of Yahya Sinwar” başlıklı makalenin yazarı Filistinli kültür eleştirmeni Haneyn Odetullah, tarihsel hareketi devindiren felsefi ve ahlaki güçleri Hamas’ın felsefesi ile bağlantılayarak fedakârlık, tevekkül ve emniyet bilinci kavramlarına büyük önem veren Yahya Sinvar’ın romanında kendini kendinden doğuran insanın bir Filistinliye dönüşümünü açıklıyor. 

Gazze’deki İslami Direniş Hareketi Hamas’ın lideri Yahya Sinvar’ın, Siyonist varlığın kuruluşunun tarihindeki en büyük askeri-istihbarat açığını fırsata dönüştürmesinin ardından yüksek sesle kınamalar yayınlayan “İsrail” medyası, şu anda başka bir sloganı kullanıyor: ”Sinvar’ın zihnine girmeliyiz.” Sinvar, İsrail’i Aksa Tufanı ile şaşırttı ancak İsrail medyasının asıl başlığı başka bir şey. Sinvar’ın kendisi de eski bir mahkûm takasında serbest bırakılan eski bir mahkûm olarak, İsrail’i ”Özgürlerin Sadakati” anlaşması ile de şaşırttı.

Sinvar, dört yılı hücre hapsi olmak üzere hayatının 23 yılını hapishanede geçirdi, ancak bu yılların hiçbirini boşa harcamadı. İbranice’yi ve düşmanı hakkında öğrenebileceği her şeyi öğrendi, hatta parmaklıklar arkasından o zamanlar geniş kapsamlı olan uzun vadeli bir istihbarat planı formüle etti ve uyguladı. Sinvar yoğun bir şekilde çalıştı ve düşündü, ayrıca yazdı da. Bizim Sinvar’ın “zihnine girmemiz” gerekmese de, daha az saldırgan bir ifadeyle, “düşüncelerini tanımamız” gerektiğine inanıyorum.

Sinvar’ın “zihnine girmekten” daha kolay olabilecek şey de, yıllar süren tecrit, tefekkür ve çalışmanın ardından kaleme aldığı yazıları okumaktır.

2004 yılında, büyük çaba ve çok sayıda mahkûmun katılımını gerektiren karmaşık ve uzun süreli bir operasyonun ardından, o zamanlar bir mahkûm olan Yahya Sinvar, Diken ve Karanfil ya da yazarın kastettiği gibi “Karanfillerin Dikenleri” adlı romanını yayınladı. Roman, 1967 ile 2000’lerin başındaki Aksa İntifadası arasındaki tarihsel dönemde Filistin mücadelesinin öyküsünden bir parçayı ve Filistin direnişinde İslami hareketin -özellikle İslami Direniş Hareketi ya da Hamas’ın- ortaya çıkışını sosyal, siyasi ve kültürel arka planıyla birlikte ele alıyor.

Roman, Gazze’deki bir mülteci kampında bir evde başlayan ve büyüyüp İslami Direniş Hareketi’nin aktif ve kilit figürleri haline gelecek bu çocukların değerlerini ve seçimlerini şekillendirecek bir hikâye anlatıyor. Hikâye daha sonra akrabaları, komşuları, kamp halkını, Gazze Şeridi’ni, Batı Şeria’yı ve işgal altındaki toprakların geri kalanını kapsayacak şekilde genişliyor ve her karakter o yıllarda İslami Direniş Hareketi’nin deneyimini inşa eden bir taş oluşturuyor.

Felsefe için bir araç olarak tarihi roman

Romanda kurgusal karakterler yer alıyor ancak anlatılan olaylar gerçeğe dayanıyor. Yazar giriş bölümünde kurgunun bu olayların roman formatına dönüştürülmesinden kaynaklandığını açıklıyor. Öncelikle siyasi ve askeri bir figür olan yazarın, silahlı direniş tarihinin bu önemli aşamasını belgelerken bu yaratıcı olduğu kadar romansı formu tercih etmesi, yazmak eyleminin salt tarihi ve olayları anlatmanın ötesine geçen bir girişim olduğunu gösteriyor.

Tarihsel roman sadece geçmiş olayların bir yansıması değildir; tarihsel hareketi devindiren felsefi ve ahlaki güçlerin derinlemesine bir araştırmasıdır. Tarihi romanlardaki karakterler, kendi zamanları bağlamında felsefi mücadelelere girişir ve bunları somutlaştırır. Başka bir deyişle, kişisel inançlar ile tarihin daha geniş alanı arasındaki karmaşık ilişkiyi anlamak için bir araç görevi görür.

Yazara gelince, Hamas’ın kuruluşuna tanıklık eden ve gençlikten günümüze oluşumuna ve gelişimine katkıda bulunan öncü figürlerden biridir Sinvar. Tarihteki devrimci-hissi mücadeleleri ele almak için geleneksel tarih yazımının sınırlarından sıyrılıyor; onun felsefi boyutlarını, özellikle de inançların tarih üzerindeki etkisini keşfetmesine niyetleniyor. Hamas’ın tarihi bağlamında bu hareket, İslami Direniş Hareketi’ni felsefi formülasyona tabi tutuyor.

Hikâye, mülteci kampında yaşayan ve dünyanın acımasızlığına ilk kez gözlerini açan oğlu Ahmed’in bakış açısından anlatılıyor: kamp, savaş ve bir direniş savaşçısı olan babasının iz bırakmadan ortadan kaybolması. Ahmed, kamp ortamını ve yaşam koşullarını gözlemler; yoksulluğa, soğuğa ve onlar uyurken tavandan sızan yağmura tanık olur ve yıkımın izini UNRWA okulundaki sınıflarına değin sürer. Ahmed, kampın toplumunu ve kültürünü gözlemliyor, annesinin diğer insanların şeref ve itibarına -özellikle de kızları söz konusu olduğunda- duyduğu endişeyi ve bu konudaki katılığını görüyor. Buna karşılık, büyükbabasına kamp camisinde namaz kılarken ve sosyal toplantılarda eşlik etmekten keyif alıyor.

Ahmed kamptaki, Gazze Şeridi’ndeki, Batı Şeria’daki ve işgal altındaki topraklardaki siyasi dönüşümleri gözlemliyor; sokağa çıkma yasaklarına, kuşatmalara, direnişçilerin acımasızca avlanmasına ve toplu cezalandırmalara tanık oluyor. İşgalin normalleşmesine, maddi istikrara, çalışma izinlerine ve işgal altındaki topraklara yapılan eğlence gezilerine tanıklık ediyor; bu sayede daha fazla kişi düşmanla işbirliği yapmaya zorlanıyor ve baskı altında hissediyor. Ahmed, kendisinin, kardeşlerinin, akrabalarının ve tanıdıklarının çıktıkları “İsrail” hapishanelerini gözlemleyerek kararlılığın ve örgütlenmenin gerçekliği değiştirmedeki gücüne tanıklık ediyor. En önemlisi, Ahmed silahların ve özgürlük mücadelesinin mevcut koşullara göre nasıl evrildiğini izliyor, direniş tarafından şekillendirilen ve direniş biçimlerini şekillendiren adamları görüyor.

Ahmed, Hamas’ı oluşturan, geliştiren ve somutlaştıran karakterleri takip ederek Hamas’ın ortaya çıkışının izini sürüyor. Bu karakterler, kendisiyle aynı evde, aynı anneyle büyüyen ve gerçek bir liderlik ve siyasi kader çizme modeli haline gelen şehit kuzeni İbrahim’de özetleniyor.

Anlatıcı müdahil bir gözlemci rolünde; sadece izlemekle kalmaz, İbrahim’e işinde, eğitiminde ve mücadele yolculuğunda eşlik eder. İbrahim, gösterilere katılmasına, Aksa Camii’nde dini ve eğitim amaçlı oturma eylemleri düzenlemesine ve işbirlikçileri kovalamak için güvenlik görevlisi olarak çalışmasına rağmen, anlatıcı sonuna kadar Hareket’e resmi olarak katılmayı reddeder: “Kendimi ‘İslami Blok’ üyesi ya da destekçisi olarak görmesem de kuzenimi ve listesini seçmekten başka çarem yoktu çünkü ortak hayatımız ve ona duyduğum kişisel hayranlık aksini yapmama izin vermiyordu.”

Anlatıcının koruduğu bu entelektüel mesafe bir şeye işaret ediyor; Hareket’e bağlılığını inkâr ederek Hareket’ten koptuğunu gösterirken aynı zamanda Hareket’in önde gelen figürlerinden ve kurucularından İbrahim’e olan yakınlığına da işaret ediyor. Anlatıcı İbrahim’e ve temsil ettiği her şeye hayranlıkla bakıyor, onu sık sık aşkınlık ve büyüklükle tanımlıyor; İbrahim ile temsil ettiği hareket arasındaki bu uçurum İbrahim’i büyüklüğü hareketinkini aşan bir figür haline getiriyor. Her ne kadar İbrahim işgal güçleriyle doğrudan çatışmasa ve ancak kitabın sonunda şehit olsa da, kaderini başından beri biliyor ve karısına ve çocuklarına olan bağlılığından bile yılmadan onun peşinden gidiyor. Belki de İbrahim, anlatıcının bu siyasi Hareketin toplumda geliştirmesini arzuladığı bir varoluş halini ya da yazarın Hamas’ın kendi kaderini tayin etme ve Filistinliler için siyasi bir varlık kurma hedeflerine ulaşarak yaratacağını umduğu Filistinli modelini sembolize ediyor.

Kendi kendini yetiştirmiş kişi

İbrahim’in aşkınlığı, anlatıcı tarafından algılandığı şekliyle, iki örnekte ortaya çıkan “kendini kendinden doğurmuş” olma kavramıyla bağlantılıdır. İlk örnekte anlatıcı, İbrahim’in kendi kendini yetiştirmiş olmasının ona kendi üzerinde bir tür egemenlik ve bir amaç duygusu verdiğini belirtiyor.  “Profesyonel bir inşaatçı bile oldu; işi arkadaşından öğrendi ve ortak oldular, kendilerine yardımcı olması için bir işçi çalıştırdılar, orta ölçekli inşaat ihaleleri aldılar. İbrahim’in kendi kendini yetiştiren tabiatının onu bir adam yaptığı açıktı.”

Dilbilimsel olarak, kendi kendini yetiştirmiş olma kavramı, “atalarının erdemiyle değil, kendi karakterinin erdemiyle seçkinliğe ulaşan” birini ifade eder. Bu terim yaygın olarak “kendi çabalarıyla kendilerini geliştirmek için çalışan, çabalayan” kişileri tanımlamak için kullanılmıştır. Dolayısıyla, kendini kendinden doğurmuş olmak felsefi olarak insanın kişisel sorumluluk, özerklik ve entelektüel özgürlük gibi sağlam ilkelere bağlı kalarak varlığının ve yaşamının anlamını bulduğu varoluşsal bir pratik olarak düşünülebilir. Bu ilkeler kişiyi kendi egemenliği ve arzu ettiği kaderi şekillendirme arayışında yüceltecek ve geliştirecektir.

İkinci durumda, kendini kendinden doğurmuş kişi gerçek liderle ilişkilendirilir; dolayısıyla, kendi kendini yetiştirmiş olmak, işgal koşullarıyla yüzleşebilecek bir siyasi liderin köküdür. “İbrahim her geçen gün gözümde daha da yüceliyor ve saygınlık kazanıyordu; dört yaşındayken babasının şehit edilmesinin ardından yetim kalan, daha küçükken annesi tarafından terk edilen, aramızda büyüyen, genç yaşına ve işgal altındaki zor koşullara rağmen kendi kendini yetiştiren bir adam ve gerçek bir lider olan biriydi.”

İbrahim’in kendi kendini yetiştiren tabiatı siyasi boyutuyla birleştiğinde onu bir lider yapar; sadece kendini değil, toplumunu ve halkını da geliştirebilen, kolektif durumlarını yükselten biri. Onları özgürlüğe doğru zorlu siyasi koşulların üstesinden gelmek için öteye taşır. Anlatıcıya göre İbrahim, varoluşlarının anlamını halklarını yüceltme politik rolüne bağlılıklarında bularak yükselen ve kendilerini yücelten bu aşkın insan modelini somutlaştırıyor. Başka bir deyişle, felsefi olarak kendi kendini yaratan ilkeler üzerine kurulu bir siyasi pratik yoluyla yükseliyor.

Übermensch [Üstinsan] ve kendi kendini yaratan kişi

Varoluşçu felsefede Nietzsche, kendi kaderini şekillendirme yeteneğinde somutlaşan gerçek özgürlüğe ulaşmak için aşmış ve yükselmiş bir insan olan “Übermensch” fikrini ortaya atar. Nietzsche’ye göre aşkın insan, kendi kontrolü dışındaki herhangi bir toplumsal baskıya boyun eğmeden hedeflerini seçen, değerlerini ve ilkelerini seçen kişidir. Bu kavram insanları, onun “Güç İstenci” olarak adlandırdığı, özgürleşme ve öz egemenlik için içsel bir güdüyü benimsemeye davet eder. Böylece Übermensch, kendilerini engelleyen toplumsal değerlerin ve standartların üstesinden gelen ve kendi değerlerini yaratan bir kişinin entelektüel bir modelini oluşturur.

Buna karşılık Sinvar’ın aşkın bireyi, siyasi olarak kendi kendini yaratan insandır; hedeflerini, halkı siyasi özgürlüğe kavuşturacak şekilde seçen kişidir. Bu nedenle, kimliklerini şekillendirmeye ve değerlerini tanımlamaya kendilerini barındıran sosyal ve politik doku içinde girişirler. Bu süreç yalnızca kişisel bir özgürlük arayışı değil, tüm toplumun özgürlüğüne hizmet edecek şekilde kolektif kimliğin oluşumuna meydan okumayı ve katkıda bulunmayı içeren siyasi bir eylemdir.

Politik olarak aşkın kişi, kendi kendini yaratma felsefesi aracılığıyla, miras alınan toplumsal değerleri -sosyal, ahlaki ve dini- topluluklarının özgürleşme dürtüsünü geliştirmek ve politik yükseliş elde etmek için kaynaklar olarak ele alan pratik bir insan modelidir. İşgale karşı verdikleri mücadelenin varoluşsal bir savaş ve Filistinlilerin “güç istencine”, yani siyasi olarak kendi kendilerini yönetme dürtülerine yönelik bir savaş olduğunun farkındadırlar. Bu bağlamda, kendinden kendini doğurmak felsefesi bireysel özerkliğin ötesine geçerek siyasi söylemi etkilemenin ve şekillendirmenin bir aracı haline gelir. Özgürleştirici hedefine ulaşmaya kendini adamış çalışkan kişi, bu amaç için başkalarının tüm çabalarını elinden geldiğince kullanacaktır. İslami Direniş Hareketi’ne gelince, o insan ki, İslami değerler aracılığıyla bir Filistinlide bu varoluş halini üretmeye çalışıyor; peki bu İslami değerler bu mücadeleye nasıl katkıda bulunuyor?

“Ev aynı aileden kadınlı erkekli insanlarla dolup taştı ve çocukken bize büyük gelen küçük bir odada toplandığımız anılar canlandı. Mütevazı ailemiz yıllar içinde küçük bir orduya dönüşmüştü… Bunu şaka yollu söyledim; annem hemen ‘Peygamber’e salavat getir’ diye bağırdı, sözlerime dikkat etmem için nazik bir hatırlatmaydı bu. Hemen herkes koro halinde, ‘Allah’ım, efendimiz Muhammed’i koru’ dedi.”

İslam ve kendinden kendini doğuran insan

Roman 1967 kışında, Naksa’dan hemen önce, Gazze’nin Mısır’ın idaresi altında olduğu dönemde başlıyor. O zamanlar beş yaşında olan Ahmed, en eski anılarından birini, sık sık ziyaret ettiği Mısırlı askerlerle olan etkileşimini anlatıyor. Onunla oynar, ona ve arkadaşlarına fıstıklı tatlılar verirlermiş. Sonra savaş patlak veriyor ve askerler onlara geri dönmeleri için bağırıyor ve artık hiç şeker alamıyorlar.

“İşgal güçleri bir bölgede şiddetli bir direnişle karşılaşmış ve geri çekilmişti. Kısa bir süre sonra, Mısır bayrakları taşıyan bir grup tank ve askeri cip göründü. Direnişçiler yardım geldiğini düşünerek sevindiler, mevzilerinden ve siperlerinden çıkarak kutlama amacıyla havaya ateş açtılar. Takviye kuvvetlerini karşılamak için toplandılar, ancak konvoy yaklaştığında savaşçılara ağır ateş açıldı ve onları öldürdüler. Daha sonra bu tank ve araçlara Mısır bayrağı yerine Siyonist bayrağı çekildi.”

Bu sahne Filistin mücadelesinde ideolojik bir dönüm noktasına işaret ediyor: Arap milliyetçiliğinin başarısızlığının ya da siyasi bir akım olarak bireylerde Filistin ulusal davasına karşı gerekli ciddiyeti uyandırmadaki yetersizliğinin farkına varılması, özellikle de işgalin giderek artan azgınlığı karşısında.

Kendi kendini yetiştirmiş insan felsefesi, yükselmenin bir koşulu olan ciddiyet ve arayışa bağlılığı kapsarken, “kendi kendini yetiştirmişler hedeflerine saygı ve inançla bakar ve onlara ulaşma meselesini taviz vermeden büyük bir ciddiyetle ele alırlar. Onlar sadece bunu başarmak için ne yapmaları gerektiğine kararlıdırlar. Burada, “din ve milliyetçilik arasındaki olağanüstü bağlantı” bu ciddiyeti cihat ya da kutsal savaş yükümlülüğü aracılığıyla sağlar, ulusal davaya kutsallık aşılar ve böylece anlatıcının belirttiği gibi, bireye bunu başarmak için gerekli olan katı ciddiyeti yerleştirir: “Böylece savaş gerçek boyutunu alır ve gerekli standardı karşılar.”

Siyasi olarak kendini yetiştirmiş insan etrafına baktığında, işgal tarafından işlenen toplumsal imha ya da sosyokırım karşısında Filistinliler arasında değişmeden kalan son toplumsal sistemler arasında İslami sistemi bulur. Siyasi pratik ve inancın iç içe geçmesinde, Filistinlinin varoluşunun ve amacının referansını Allah’a aktarmada, düşmanın parçalayamayacağı bir ilke bulurlar. Kendi kendini yetiştiren birey, tarihi İslami mekanlarda, işgalin farkındalığı aşındırma ve yönünü saptırma girişimlerine karşı istikrarlı siyasi yapılar bulur. Bu nedenle, savaşı “bir medeniyet, tarih ve varoluş savaşı” olarak adlandıran İbrahim’i, gençlerin saklı topraklarını ve başta Mescid-i Aksa olmak üzere kutsal ve tarihi İslami mekânlarını öğrenmeleri için bir gezi düzenlerken buluyoruz. Bu mekânlar, Filistin kültürünün gelişmesinin, kendi egemenliğinin ve topraklarının kaderinin şekillenmesinin somutlaştığı yerlerdir.

Burada Mescid-i Aksa’nın mimarisi ve görkemli Kubbet-üs Sahra, Filistinlilerin hapsedilmişlik halini temsil eden mülteci kampının mimarisiyle tam bir tezat oluşturuyor. Dolayısıyla Hamas, Filistin toprakları ile gökler arasında bir bağlantı noktası oluşturan el-İsra’ ve’l-Mi’rac ya da Muhammed Peygamber’in Gece Yolculuğu gibi Filistin davasını ölümsüzleştiren kutsal tarihi anlamları içinde barındırdığı için el-Aksa’ya özel bir önem atfetmektedir. Belki de bu nedenle Filistinli mahkûmların özgürlüğünü hedefleyen savaşa “Aksa Tufanı” adı verilerek mahkûmların davası yüceltilmeye çalışılmış ve Filistinlilerin özgürlüğünün Rablerinin onları yarattığı anlam olduğu vurgulanmıştır. Her ne kadar İslam siyasi mücadeleyi Allah’a ve insan varlığının anlamına bağlasa da bu bağ mücadeleye sadece ahiret ve Allah’ın mükâfatı gibi yüce anlamlar yüklemenin ötesine geçmektedir. Peki, bu anlamlar siyaset merkezli bir hayat süren insanlarda pratikte nasıl tezahür ediyor?

Çilecilik

Roman, Hamas’ın kuruluş tarihindeki “eğitim ve hazırlık” aşamasına özel bir önem veriyor. Bir gün, yine Ahmed adında bir Şeyh, sokaklarda aylak aylak dolaşan ve zamanlarını oyun oynayarak geçiren kamptaki gençlerin ve delikanlıların yanından geçer. Onları gereksiz eğlencelere karşı uyarır ve bunun yerine dua, ibadet ve tefekkürle meşgul olmaya çağırır, “tüm bunları sancağı Filistin topraklarında yükseltilmesi gereken İslam’ın geleceğiyle ilişkilendirir.” Şeyh daha sonra onlarla birlikte onlarca yıl geçirir, zühdü ve ahiret için dünyevi arzulardan vazgeçmeyi teşvik eden İslami değerleri aşılayarak “fedakârlık ve özveri yeteneğine sahip” bir nesil yaratır.

Belki de romanın, İslami açıdan benlikle ve “dünyevi hayatla” en yoğun bağı temsil eden aşk üzerine tezi, bu çileciliğin siyasi pratikte varoluşun anlamını nasıl geliştirdiğini göstermektedir. Anlatıcı şöyle der: “Beni bir rahatlık duygusuyla boğdu… Bu aşk mıydı? Daha sonra onun üniversiteye gidişini uzaktan izlemekle yetindim; daha fazlasını, bir bakışını bile arzulamadım. Benim için sevmek yeterliydi, onun da bunu çok iyi anlaması yeterliydi.” Böylece Ahmed, kendi dünyasında aşkı bilmekle yetinir ve ona ulaşmayı, “çocukluğundan beri yetiştirildiği” gibi ona evlenme teklif edebileceği uygun zamana kadar erteler. Sırf hep duyduğu “Aşk” olduğu için aşka ihtiyaç duymamaktadır.

İbrahim daha sonra Ahmed’e kendisinin de aşkı tanıdığını ve kendisini milli mücadelenin bir parçası olarak gördüğü için aşkın peşinden gitmemeye karar verdiğini açıklar ve “işgalin birbirini sevenlerin sırtına vurduğu bir kırbaca dönüştüğünü” belirtir. Ahmed, bu asil kutsal ilişki işbirlikçiler tarafından aşıklar üzerinde bir baskı kartı olarak kullanıldığında ve onları ilk aşkları olan Kudüs’ü terk etmeye zorladığında, hayatlarımızda aşk ve tutkuya hala yer var mı?” İbrahim, İslam felsefesindeki sistematik zühdün siyasi hayata nasıl yansıdığını açıklıyor; bu, insanın ulusal çabalarıyla çatışması ya da onları tehlikeye atması halinde arzularından her an vazgeçmesine izin veren bir terbiyedir. İnsanı öyle bir şekillendirir ki, ulusal çaba hayatının merkezi anlamı, en önemli arzusu ve hayatının diğer yönlerini üzerine inşa ettiği temel haline gelir.

Aşk üzerine yaptıkları tartışmadan sonra İbrahim, en yakın arkadaşı ve öğrenci hareketine liderlik eden ortağı Fayez’in işgalle işbirliği yaptığını keşfeder. İbrahim durumu şöyle özetliyor: “Bu hayatı yaşayan ve gördüklerimizi gören bizler için sevmek ve tutkulu olmak caiz mi Ahmed? Bizim hikâyemiz acı bir Filistin hikâyesi, bir aşktan ve bir tutkudan fazlasına yer yok.”

İbrahim, işgalin merhameti altında her yönü her an yok olmaya maruz kalan Filistin yaşamının acı olduğunu düşünüyor. Siyasi özgürlüğe dayanmayan tüm anlam ve değerlerin sahte olduğunu düşünüyor; işgal onları sömürmeye karar verirse hiçbir anlam ifade etmiyorlar. En sadık dostluklara bile güvenilemiyor.

Belki de Aksa Tufanı bazı Filistinliler arasında bu tür sonuçlara yol açmıştır; “İsrail” toplumuna dahil olanlar, bir arada yaşama, vatandaşlık ve hukuk anlamları kendilerinden en ufak bir parça bile ifade ettiklerinde onlara ihanet etmiştir – Gazze’nin çocuklarına yönelik insani ilkeleri bile değil, dini kimlikleri, çünkü birçoğu sosyal medyada Kuran’dan alıntı yaptıkları için kovuşturmaya uğramıştır. Diğerleri, düşmanın toplumuna ve sistemine bağımlı oldukları için işlerini ve geçim kaynaklarını kaybetmiş, diğerleri ise geçim kaynaklarını ve vatandaşlıklarını korumak için boyun eğmek ve siyasi haysiyetlerinden vazgeçmek zorunda kalmıştır.

Roman, kişinin siyasi kurtuluş için kendini feda etme isteğini engelleyen temel bir zayıflığı, bireysel kurtuluş ve istikrarın cazibesini çeşitli biçimlerde teşhis ediyor ve ele alıyor. İşgalin bu tür bireysel arzu ve eğilimleri siyasi ve askeri yatırım alanları olarak gördüğünü açıklığa kavuşturuyor. Böylece roman, işbirlikçiler sorununu böyle bir sürüklenmenin ürünü ve bu çatışmanın yoğunlaşması olarak ortaya koyuyor. Anlatıcı, Gazze’den “İsrail’e” geçiş izni olgusuna değiniyor; bu, geçim ve çalışma izni yoluyla çocuklarını beslemek için bir gereklilik olarak başlıyor ve böylece bir kişinin hayatını ve rızkını işgalin istikrarına bağlıyor. Bu izinler daha sonra Filistinliler için Gazze’deki kuşatmanın sefaletinden kaçmak ve hayatın tadını çıkarmak için bir kapı haline geliyor, böylece turizm şirketleri “İsrail’de” eğlence amaçlı geziler için izinler duyurmaya başlıyor.

“Sonra ünlü bir işbirlikçi tarafından yönetilen ofislerden birinde, Yeşil Hat [işgal altındaki topraklar] içindeki bazı turistik bölgelere turistik gezi için kayıt yapıldığını duyuran bir ilan bulursunuz… gezi sırasında… genç erkekleri fotoğraflanan sahnelerde ve durumlarda tuzağa düşürmeye çalışılır ve daha sonra işbirliği yapmazlarsa skandallarla tehdit edilirler.”

Buna rağmen, anlatıcı “acı gerçeklik, onun gereklilikleri ve zorunlulukları ile ulusal hırsların tavanı” arasında önemli bir uçurum olduğunu kabul ediyor. Yine de ona göre bu zorluk, kişinin kendi yükselişine ve toplumunun yükselişine yaptığı aidiyet ve siyasi yatırımın bir parçası olarak bireysel fedakârlığı dayatmaktadır. Bireylerin bunu sunmaya hazır olacak şekilde yetiştirilmesi gerekiyor.

“Bu işçilerden birini, çalışma iznini vermeyi reddederken, arkasındaki sekiz çocuğunu işaret ederek onları ikna etmeye çalışırken buluyorsunuz. Çünkü ‘Yardım Ajansı’nın [UNRWA] sundukları yeterli değil ve çoğu zaman aç kalıyorlar… Bu direniş savaşçıları [fedaileri] adamın ricasını reddediyor ve gözleri yaşlarla dolu bir şekilde izni almakta ısrar ediyor… Utanç içinde adamın iznini yırtıyorlar.”

Fedakârlık ve özveri

İbrahim, yüksek öğrenimine devam etmek ve hayatında ilerlemek için paraya ihtiyacı olduğunu erkenden fark eder. Profesyonel bir arkadaşının yanında çalışarak inşaat yapmayı öğrenir ve sonunda kendisi de bir profesyonel ve müteahhit olur. İbrahim okuldan mezun olduğunda, eğitim için ülkesinin dışına çıkmayı, hatta Batı Şeria’daki Birzeit Üniversitesi’ne gitmek için Gazze Şeridi’nden ayrılmayı reddeder. Bunun yerine, o zamanlar kendi binası bile olmayan Gazze’deki İslam Üniversitesi’nde okumayı seçer. Amcasının karısı, İslam Üniversitesi’nin ancak bir eğitim kurumu olarak nitelendirilebileceğini savunarak bu kararı onaylamaz ve kuzenleri gibi yurtdışında okuması için onu teşvik eder. Ancak İbrahim İslam Üniversitesi’ni seçer çünkü bırakın Mısır’da okumanın maliyetini, Birzeit Üniversitesi’nde okumanın maliyetinin yarısı bile değildir. İşgalin üniversiteyi kuşatmasına ve orada inşaat yapılmasını engellemesine rağmen, “halkın bilgi ve eğitim isteğinin önünde duramazdı.” İbrahim ve onunla birlikte Ahmet ve diğerleri, çadırlarda ve palmiye yapraklarından yapılmış barınaklarda İslam Üniversitesi’nde okumaya devam ediyor. “İbrahim bir öğrenci ve aktivistken bir müteahhide dönüştü; o ve birkaç saygın öğrenci, yüzlercemizin yardımıyla amfiler inşa etti… böylece işgale yeni bir gerçeklik dayattı.”

İbrahim parasını memleketindeki yerel üniversiteye yatırmayı seçiyor ve parasının büyük bir kısmını siyasi çalışmaları ve aktivizmi için kullanacağı bir araba almak üzere biriktiriyor. Ayrıca çabasını ve enerjisini üniversitenin gerekli standartlara sahip düzgün bir kurum haline gelene kadar inşa edilmesi ve geliştirilmesi için harcar. İbrahim bireysel kurtuluşunu ve ilerlemesini ailesi ve toplumu için feda eder. Birey kişisel hırslarını aşıp bunları siyasallaştırdığında, varlığının anlamı zorunlu olarak kolektif kurtuluşla bağlantılı hale gelir. Bu durum kişiyi, kısıtlamalarla yüklü kolektif durumu iyileştirmeye yöneltir ve bu amaç için gerekli tüm çabayı göstermesini gerektirir. Bu da onları, sistemler oluşturmak ve hedefleri için gereken altyapıyı oluşturmak gibi önemli görevlerin yerine getirilmesi de dahil olmak üzere, kendi gerçeklikleriyle profesyonelce ilgilenmeye sevk eder.

Sonunda İbrahim, seyahat ve diğer üniversite masraflarını karşılayamadıkları için eğitimden mahrum kalmış olabilecek herkesi eğitecek bir eğitim kurumu inşa eder. Bu şekilde nesilleri cehaletin, tembelliğin ve çoğu zaman parayla kandırdıkları düşmanla işbirliğinin tuzağından kurtarır. Hatta işgale meydan okuyarak, parasını ve emeğini İslami Direniş Hareketi’nin (Hamas) değerleri ve ilkeleri üzerine nesilleri şekillendirecek, özgürlükçü siyasi çalışma ve faaliyetler için bir merkez oluşturacak bir kurum kurmak için harcadı. Roman, bireysel fedakârlığın değeri üzerine yetiştirilmenin, ulusal hedeflere ulaşmak için gereken her türlü çabayı göstermeye istekli, siyasi pratiğinde kendine güvenen bir insanı nasıl yarattığını göstermektedir. Kendi kendini yetiştiren kişi, Filistinli bir insan ile özgürleşmesi arasındaki ilişkide bu İslami değerlerle pekiştirilen ve onları siyasi bir varlık inşa etme ve kurma konusunda yetkin kılan temel bir ilkedir.

Direniş ve siyasi yükseliş sanatı

İbrahim’in Hassan adında bir ağabeyi vardır. Hasan gençliğinin başlarında bireysel kurtuluşu seçti; “Tel Aviv “e kaçarak “İsrailli” bir kızın ve babasının fabrikasının merhametine sığındı, ta ki babasının işleri bozulup kız onu evinden atana kadar. Bunun üzerine Gazze’ye ve kampa dönmek zorunda kalır. Ancak Hassan kendi kişisel kurtuluşuna yöneldiğinden, sonunda yerel bir işbirlikçi ve toplumunda bir bozguncu haline gelir. Bu durum aileye kötü bir şöhret getirirken, ülkeye ve davaya yıkım, çöküş ve siyasi bozulma getirir ve İbrahim’in hayatını sıkıntıya sokar. Bir gün Ahmet, İbrahim’in evrakları arasında Hasan hakkında titiz bir istihbarat raporu bulunca şaşırır. Ahmed, “Bu rapor çocukların ya da amatörlerin işi değil; ne yaptığını bilen insanların işi” der. Rapor, direniş tarafından inşa edilen gelişmiş bir Filistin istihbarat aygıtının varlığına işaret ediyor ve İbrahim de bunun bir parçası. İbrahim’in kardeşi Hasan’ın sorunuyla doğrudan bağlantısı, onu işbirlikçileri tespit etmek, yöntemlerini incelemek ve düşman böyle bir sistemin varlığını bile fark etmeden onlarla yüzleşmek için kapsamlı bir güvenlik sistemi kurmaya motive eder. Nihayetinde İbrahim Hasan’ı öldürür ama bilgisi sayesinde bunu kendi aleyhine hiçbir kanıt bırakmadan yapar.

Roman, siyasi bir varlığın inşasında ustalaşmanın, kişinin siyasi pratiğinin ve özgürleşme sürecinin -direnişin- sürekliliğini, korunmasını ve güvence altına alınmasını sağlamak için gerekli bilgi de dahil olmak üzere, insanın kendi gerçekliğini tüm yönleriyle derin ve kapsamlı bir şekilde bilmesini gerektirdiğini açıklığa kavuşturuyor. Roman bu bağlamda, işgalin tutuklulardan itiraf almak için aralarına yerleştirdiği casuslar olan “kuşlar” gibi temel kavramları öne çıkarıyor. Ahmed bu terimin farkında olmasaydı, tuzağa düşebilir, kendini suçlayabilir, İbrahim’in Hassan’ın öldürülmesine karıştığını yetkililere doğrulayabilir ve işbirlikçileri yakalayıp ortadan kaldırmayı amaçlayan sistemlerini ifşa edebilirdi. Bu durum İbrahim’in toplum için siyasi kazanımlar elde eden ve direniş hareketini geliştiren mücadele yolculuğunu engelleyebilirdi. Dolayısıyla bu bilgi, sorgu sırasında önceden koordinasyona ihtiyaç duymadan hikâye lerindeki tutarlılığı korumalarına yardımcı oldu.

Bu nedenle roman güvenlik eğitimine ve Filistinlide, ulusa ve kazanımlarına zarar vermeleri halinde bunları önlemek ve püskürtmek amacıyla olayları meydana gelmeden önce tahmin etmeye yol açan durumsal nedenlere ve faktörlere dayanarak kendi içinde ortaya çıkan duygu ve his olarak tanımlanan bir güvenlik bilinci geliştirmeye odaklanmaktadır. Sunulduğu şekliyle bu güvenlik bilinci, bireyi ve tüm topluluğu koruyarak, topluluğun kolay lokma olmadan veya kurtuluş projelerini başarısızlığa uğratmadan direnmeye ve siyasi olarak ilerlemeye devam edebilmesini sağlar. Olaya dahil olmayanların, olanları riske atmadan tehlikeden kaçınmalarını sağlar. İnsanlar arasında doğrudan iletişime gerek kalmadan organizasyon ve koordinasyon için bir pusula görevi görür, böylece bu tür bir iletişimin açığa çıkma riskinden kaçınır. Bu, özellikle işgalin Filistinliler arasında örgütlenme ve düzeni hedef aldığı ve bu tür eylemleri uzun ve makul olmayan hapis cezalarıyla cezalandırdığı düşünüldüğünde, topluluğun mücadeleyi en az tepkiyle sürdürmesine, desteklemesine ve örgütlemesine olanak tanır. Ahmed, Cihat için İbrahim kadar istekli olmayabilir; bu da yazarın, insanların bu çatışma kabiliyetini geliştirme hızlarının ya da bu çatışmadaki farklı rollerinin farklılığını kabul ettiğini gösteriyor olabilir. Bununla birlikte, yazara göre güvenlik bilinci, bu rollerin uyumu ve bu siyasi yükselişin bütünlüğü için bir gereklilik ve varoluşsal bir ilkedir.

Belki de romanın kendisi, direnişin süreci ve çalışmaları, koşulları ve yöntemleri, direnişçilerin deneyimleri ve hataları, işbirlikçilerin taktikleri, davranışları ve “işlerine” nasıl dahil edildikleri ve zorlandıkları hakkında bilgi içeren bu güvenlik bilincini Filistinlide inşa etme girişimidir. Bu zihniyetin etkisi, bir gizli kamera şovunda Gazze’deki tüneller veya askeri alanlarla ilgili herhangi bir soruya cevap vermeyi ve hatta herhangi bir konuyu tartışmayı reddeden Gazzeli çocuklarla yapılan etkileyici bir sonuçta açıkça görülmektedir. Onların güvenlik bilinci belki de yazarın Filistin toplumu için İbrahim’in “tırmanma ve süreklilik” olarak adlandırdığı vizyonunu yansıtıyor. Açıkladığı üzere bu, günlük yaşamın “devam eden intifadayla çelişmeyecek şekilde” sürdürülmesi ve devam ettirilmesi anlamına geliyor. Bunun yerine intifadayı “Filistinlilerin yaşam tarzının belkemiği” haline getirmek ve doğal olarak üreme ve aile kurma, çocuk sahibi olma da dahil olmak üzere diğer yaşam faaliyetlerini buna uydurmak. Yani, Filistinliler kendi yaşamları üzerinde tam egemenlik elde edene kadar daha fazla siyasi hedefi gerçekleştirmek için direniş deneyimini tekrarlayabilecek ve tırmandırabilecek bir toplum inşa etmek.

Nietzsche varoluşçu felsefesinde bireyleri yaşamlarını tatmin edici buldukları şekilde şekillendirmeye çağırır; öyle ki yaşam döngülerini sonsuza dek tekrarlamak zorunda kalsalar bile, kendilerine yükseliş, özgürlük ve öz-egemenlik getirdiği için yarattıkları deneyimin tekrarından memnun ve hoşnut olacaklardır. Benzer şekilde, Sinvar’ın İslami Direniş Hareketi (Hamas) aracılığıyla siyasi çalışma vizyonunda önerdiği varoluşsal felsefe, her biri kendi konumundan, yetenek ve becerisine göre, herhangi bir yer ve zamanda direniş ve kurtuluş koşullarını kendiliğinden yükselten kişiler üretmeyi amaçlamaktadır.

Bu bağlamda roman, taş atan çocuklarla başlayan ve daha sonra farklı geçmişlerden ve uzmanlıklardan gelen gençler tarafından geliştirilen, şimdiye kadarki en ağır ve zor direniş bağlamında silah ve silah koşullarının evrimini anlatıyor. Örneğin roman, Yahya adlı bir öğrencinin kendi inisiyatifiyle kimya kitabını karıştırıp bir denklem bulduktan sonra patlayıcı kemeri, araba bombalarını ve daha sonraki şehadet operasyonlarının yöntemlerini nasıl icat ettiğini anlatıyor. Ardından, Hamas hareketinin askeri kanadı olan El Kassam Tugayları’nın uzun menzilli bombardıman yapabilecek bir roket ve topçu altyapısına kavuşmasına kadar, direniş savaşçılarının yıllarca biriken deneyimleri üzerinden ilerliyor.

Sinvar, bireylerin yapısında çilecilik, fedakarlık, özveri ve güvenlik bilinci gibi kavramların varlığının, içlerinde dış baskılardan etkilenmeyen bir direniş dürtüsü ya da başka bir deyişle direnme iradesi yarattığına inanıyor. Ona göre direniş, her insanın kendi siyasi özgürlüğüne karşı sorumluluk duyması, bu özgürlüğe ulaşacak yolu tasavvur etmesi ve hedefleri ne kadar zor ya da uzak görünürse görünsün, her birinin kendi koşullarına ve yeteneklerine göre bu hedefe doğru hesaplı bir şekilde yürümesi ile başlar.

Sinvar’ın kendi deneyimi, 426 yıl “İsrail” hapishanelerinde yattıktan sonra özgürlüğüne kavuşarak tarihindeki en büyük devrime liderlik etmesi, profesyonel planlamaya dayalı bir felsefenin doğrudan bir uygulamasıdır – uzak hedefler için uzun vadeli planlar. “İsrail” medyası tarafından “‘İsrail’ tarihindeki en büyük istihbarat aldatmacası” olarak adlandırılan devrimi, Sinvar’ın hapishanede geçirdiği yılları düşmanının diline hakim olmak ve onları manipüle etmek için harcamasıyla başladı, böylece bir gün ortaya çıkıp onlarla yüzleşebilecekti. Bu, onun önerdiği direnişte kendi kendini yetiştirmiş insan felsefesidir – yokluğunda bile direniş üretebilme yeteneği. Belki de Direnişin Mühendisi olarak bilinen şehit Yahya Ayyaş’ın (1966-1996) şu sözü tüm bunları çok iyi özetlemektedir: “Bedenimi Filistin’den söküp atabilirler ama ben insanların içine onların söküp atamayacağı bir şey ekmek istiyorum.”

Çeviri: YDH

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

6 + twenty =