Nuseyrat katliamında Batı nasıl suç ortaklığı yaptı?

Nuseyrat katliamında Batı nasıl suç ortaklığı yaptı?

ABD ve Avrupa medyası, dört İsrailli esirin Filistin Direnişi tarafından kurtarılmasına odaklanırken, yerinden edilmiş sivillerin yaşadığı bir mülteci kampındaki askeri operasyon sırasında yaşanan yıkıcı can kayıplarını görmezden geldi.

El-Meyadin’e göre, İsrail’in Nuseyrat kampından dört tutukluyu kurtardığını açıklamasının ardından Batı medyası, operasyon sırasındaki katliamı görmezden gelerek bunu çatışmada önemli bir zafer olarak alkışladı.

Oldukça tek taraflı bir anlatımla, odak noktası katliamın trajik boyutundan uzaklaştırıldı. 

İsrail ve ABD’nin Nuseyrat katliamında 274 Filistinlinin yanı sıra İsrailli tutukluları ve bir subayı da öldürdüğü biliniyor. 

Batı medyası, yüzlerce şehit ve yaralı sivili ya da diğer mahkumların ve bir subayın ölümünü kabul etmek yerine, ABD’li danışmanların bu olaydaki rolünü ve İsrail’in iç siyasi bağlamıyla bağlantısını vurguladı.

El-Meyadin’e göre bu taraflı anlatım, İsrail’in dezenformasyonuna uygun ses ve video klipleri seçerek yayan küresel ana akım medyanın Siyonist rejimle olan suç ortaklığını bir kez daha gözler önüne serdi.

İsrail’in açıklamaları yüceltilirken ve birkaç kişinin kurtarılması vurgulanırken, katliamın kurbanları ya görmezden gelindi ya da sözde gerekli bir hamlenin talihsiz bir sonucu olarak reddedildi.

Bazı medya kuruluşları, hükümetin müzakereler yerine askeri yollarla esirleri kurtarma çabalarında aşırılık yanlılarının rolünü vurgulamaya çalıştı. 

Nuseirat kampındaki sözde başarısına rağmen, bu gelişme İsrail için çatışmanın genel sonucunu değiştirmiyor; sadece ülkenin ABD’nin askeri, kara ve istihbarat yardımına olan muhtaçlığını yeniden vurguluyor.

el-Meyadin’deki haber, sekiz ay boyunca mevcut tüm istihbarat ve teknoloji kaynaklarının kullanılmasına, ABD’nin desteğine ve askeri gücüne güvenilmesine rağme Batı medyasının anlatıyı kontrol etmekte yine de başarısız kaldığını söylüyor. 

Cumartesi günü yaşananların stratejik denklemde ve çatışmanın genel panoramasında hiçbir şeyi değiştirmediğini kaydeden el-Meyadin,, işgalci varlığın bariz başarısızlığına karşı inkâr durumunu sürdürdüğünü vurguladı.

İsrail’in uzun süre peşini bırakmayacak bir başarısızlığın hasar yönetimi sürecinde olduğu biliniyor.

İşgal güçleri Filistinlileri Gazze Şeridi’nden çıkaramadı, orada kendisine uygun bir yönetim dayatamadı ve birçok liderinin, yetkilisinin ve müttefikinin de kabul ettiği gibi, belirtilen hedeflerinden hiçbirine ulaşamadı. 

İsrail kafa karışıklığı içinde, caydırıcılığı çökmüş durumda ve her zaman övündüğü silahları her gün saldırıya uğruyor.

İsrail ayrıca kuzey cephesinde aşağılandı ve mahcup durumda.

İsrail, Gazze’ye yönelik saldırıyı Direniş’in bölgedeki destek cephelerinin tepkilerinden ayırmak için boşuna çabalıyor.

Son olarak da, Siyonist varlık, uluslararası arenada yaygın bir kınama ve kamuoyu farkındalığında önemli bir değişimle karşı karşıya kaldı ve küresel ölçekte dışlanarak parya durumuna düştü. 

Son yaşananlara verilen tepkiler ve Batı medyasının çaresizliği, kamuoyunun sadece İsrail’e yönelik düşmanca söylemler ile değil, Direniş’e verdiği destekle de daha önce görülmemiş boyutlarda stratejik bir değişim geçirdiğini gösteriyor.

Buna bir de uluslararası mahkemelerin kararlarını beklerken müttefiki ABD’nin artık işlediği suçları örtbas edememesi ekleniyor.

Bu hasar yönetim süreci işgalin en önemli sorularına cevap vermiyor: Esirlerini nasıl kurtaracak? Kuzeyli yerleşimciler nasıl geri dönecek? Caydırıcılık nasıl yeniden tesis edilecek? Küresel itibar nasıl yeniden tesis edilecek? Zafere nasıl ulaşılır ve orduya ve varlığın kendisine olan güven nasıl yeniden tesis edilir?

ABD’nin ikiyüzlülüğü ve katliamdaki parmağı

El-Meyadin’e göre, ABD’nin rolüyle ilgili olarak iki önemli gerçek ortaya çıktı. 

Birincisi, planlama aşamasından itibaren katliama açık bir şekilde katılması, katliamdaki doğrudan ve ilan edilmiş sorumluluğunu teyit ediyor ve bu nedenle sahada ABD askerlerinin olduğunu öğrenmek şaşırtıcı olmuyor.

İkincisi de Amerikan insani yardım manşetlerinin sahteliği ve İsrail’in söylemine göre operasyonun odak noktası olması nedeniyle limanın İsrail askerlerinin hizmetinde bir askeri ve güvenlik merkezi olduğunun kanıtı oluyor.

ABD’nin bu yüzer iskeleyi inşa etmek ve işgalci İsrail’in askeri ve güvenlik amaçlarına hizmet etmek için insani yardım araçlarını kullanması, bu konuda ülkeler, gruplar ve bireyler tarafından yapılan suçlamalar ve Direniş üsleri olduğu iddia edilen hastanelere yönelik saldırıları haklı göstermesi karşısında ikiyüzlülüğünü teyit ediyor.

İç siyasi bağlam açısından bakıldığında, bazı analistler rehine kurtarma operasyonunun aşırı bölünme ve kutuplaşma savaşlarını yönetmenin bir parçası olarak görüldüğünü, birikmiş başarısızlıklar için suçlama ve sorumluluğun değiş tokuş edildiğini ve böylece savaş kabinesini çöküşten kurtarma girişimi olduğunu vurguladı.

İsrail medyası, 7 Ekim’den bugüne kadar yaşanan askeri ve güvenlik başarısızlıklarını örtbas etmek ve sahadaki gerçekliği çarpıtmakla bilinir.

İşgal hükümetinin başı Binyamin Netanyahu bile Nuseyrat katliamını geçici siyasi çıkarları doğrultusunda kullanmak için kurtarılan mahkumlarla görüşmeye koştu.

Müzakere dosyasıyla ilgili olarak analistler, Nuseyrat katliamının medyadaki yansımasını, ABD’nin takas anlaşmasında İsrail’in önerisini kabul etmesi yönündeki baskıları karşısında Direniş’in kararını karıştırmaya yönelik bir başka manevra olarak değerlendiriyor.

YDH

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

seventeen + 19 =