Kudüs Günü neden önemli?

Kudüs Günü neden önemli?

Neden Tüm Müslümanlar ve Dünyanın Özgür İnsanları Kendilerini Sorumlu Hissetmeli?

Müslümanlar ve dünyanın özgür insanları her yıl İmam Humeyni’nin (ra) ilahi çağrısına karşılık verip Kudüs Günü gösterilerine katılarak Filistin’i Siyonist işgalcilerden kurtarma idealinin hatırasını canlı tutuyorlar. Bu siyasi-dini gelenek, tüm siyasi ve dini liderler tarafından hala vurgulanmakta ve “Kudüs ve Filistin’in anısına neden değer verilmeli?”,  “Neden tüm müslümanlar ve dünyanın özgür insanları bu konuda kendilerini sorumlu hissetmeli?”, “Halkın Kudüs Günü yürüyüşüne daha fazla katılmının her yıl tekrarlanacak yüzleşme denkleminin nihai sonucu üzerinde nasıl bir etkisi var?” gibi sorular gündeme gelmektedir.

Bir Müslümanın sorumlu yaşaması

Gerçek şu ki, her insanın inancına göre dini ve ahlaki görevleri vardır ve Müslüman bir insan bu görevlerine bağlı kalarak onları yerine getirmelidir. İslam öncesi Arap Yarımadasında yaşayan toplumlarda (Cahiliye Dönemi) vatandaşlık ve toplumsal dayanışma ilkesi, aşiret bağlarına dayanıyor ve halk kendi soyuyla gurur duyuyorlardı. Ancak İslam’ın gelişiyle birlikte sosyal dayanışmanın temeli değişti ve din, sosyal ilişkileri düzenlemenin en önemli temeli haline geldi. Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurur: “Fe asbahtum bi ni’metihi ihvana, ve kuntum ala şefa hufretin minen nari fe enkazekum minha” (ve O’nun lütfu ile kardeş oldunuz. Ateşli bir çukurun kenarındayken, ondan sizi O kurtardı. ). Bu ayet, İslam öncesi toplumun anlaşmazlık uçurumunda olduğunu ve İslam’ın onun yerine dini yakınlaşma ve kardeşliği getirdiğini gösteriyor. Yüce Allah başka yerde şöyle buyurur: “İnnemel mû’minûne ihvetun” (Müminler ancak kardeştirler). Bu İslam kardeşliği kavramı, fiilen cahiliye toplumunda büyük bir dönüşüme yol açtı ve halk arasında İslam-vatandaşlık temelinde yeni ilişkiler sağladı. Mekke’den Yesrib’e (Medine) büyük hicret olayı, İslam kardeşliği kavramını hayata geçiren İslam’ın başlangıcının en önemli olaylarından biridir. Ensardan (Medine ehli) her bir Müslüman bir muhaciri  (Mekkeli) kendine  kardeşlik yaparak malını onunla paylaştı. Bu özverili davranış hicretin başlangıcında emsalsizdi ve bu davranışın örnekleri sonraları daha da çoğaldı. Bedir Savaşı’nda müşrikler İslam toplumunu yok etmek istediklerinde, birçok Müslüman, İslami inançları gereği, müşrik kardeşleri, babaları veya akrabalarıyla, kan bağlarını tamamen bir kenara bırakarak savaşmıştır. Bu olaylar, İslam toplumundaki sosyal ilişkilerin cahiliye toplumundan çok farklı olduğunu gösterdi. Peygamber Efendimiz (s.a) şöyle buyurur: “Her kim geceden sabaha erişir ve Müslümanların işlerine kayıtsız kalırsa, Müslüman değildir.” Bu da Müslümanları birbirine karşı sorumlu tutan ve onları İslam Ümmeti’nin geniş bir ailesinin üyeleri olarak gören güçlü bir dini ilişkinin işaretidir.

Müminlerin Emiri Hz. Ali (a.s) bu dayanışma çemberinin yanında bir başka çember daha tanımlar ve şöyle buyurur: “İnsanlar iki gruptur; ya dinde seninle kardeştir ya da yaratılış ve insanlıkta ”. Hz. İmam Ali’nin (a.s) bu buyruğu beşeri kardeşliğin, insanın mazlum kardeşinin kaderine kayıtsız kalamayacağının bir başka dayanışma türü olduğunu gösteriyor. Bu arada Filistin meselesi gerçekten de hiçbir insanın kayıtsız kalamayacağı büyük ve trajik insani-İslami bir krizdir. Filistin toplumu, dünyanın diğer toplumları gibi kendi topraklarında yaşıyordu. Bir anda, bir grup Avrupalı ​​Siyonist göçmen, sömürgeci güçlerin yardımıyla onlara saldırdı ve topraklarını gasp etti. Bu saldırganlığın gölgesinde, Filistin toplumunun yarısı, öldürme ve korkutma politikaları sonucu kendi topraklarından sürülerek, yaklaşık 71 yıldır yurtlarından uzakta, gerçekten insanlık dışı koşullarda kamplarda yaşıyor; diğer yarısı ise şu anda işgal altında ve kendi topraklarında ayrımcılığa maruz kalıyor. İşin şaşırtıcı yanı, uluslararası toplumun yetmiş yıl gibi uzun bir zamana rağmen bu trajediyi sona erdirmek için hiçbir şey yapmamış ve Filistin toplumuna haklarının iade edilmesi yönünde herhangi bir adım atmamış olmasıdaır. 13 milyonluk bir nüfusa sahip olan Filistin toplumu bugün kendi kaderlerini belirleme ve kendi topraklarında bağımsız bir devlete sahip olma dâhil en doğal insani haklarımdan yoksundur. Bu eşitsizliğin en önemli özelliği, Siyonist Rejimin tüm batılı ülkeler tarafından desteklenmesi ve Filistin toplumunun yapayalnız olmasıdır.

Bu insanlık dışı koşullar, Müslümanların ve dünyanın özgür insanlarının, mazlum Filistin toplumuna destek vererek bu büyük zulme son vermesi ve Filistin halkının haklarının iade edilmesinin önünü açmasını zorunlu kılmaktadır.

KAYNAK: Hürseda Haber

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

3 × 1 =