Guardain: Çatışma dinamikleri değişti
Bir zamanlar İsrail dışında vekiller, suikastlar ve saldırılar yoluyla dolaylı olarak yürütülen çatışma şimdi açıktan patlak verdi.
The Guardian’a göre, daha önce savaş vekiller, suikastlar ve diğer ülkelerdeki saldırılar yoluyla dolaylı olarak yürütülüyordu. Ancak şimdi savaş tırmandı ve daha görünür hale geldi.
İsrailli yetkililer İran’ın bu saldırısını Tahran’ın gerçek niyetlerinin açığa çıkması olarak lanse ettiler ancak gerçek şu ki İsrail’in Suriye’de İran’a ait bir diplomatik yerleşkeye düzenlediği ve iki üst düzey İranlı generalin ölümüyle sonuçlanan saldırı bu saldırının tetikleyicisi oldu.
Her iki taraf da yıllardır konuşulmayan bazı kurallar çerçevesinde hareket ediyordu ancak İsrail, İran’ın kendi toprağı olarak gördüğü bir yeri hedef alarak tüm sınırları aştı.
İsrail Açık Üniversitesi’nde askeri sosyoloji profesörü olan Yagil Levy, “İsrail, İranlı generale muhtemelen diplomatik bir yerde suikast düzenleyerek çok ileri gitti” dedi.
Profesör Levy “İsrail silah sistemlerinin mevcudiyetiyle yönetiliyor. Ve ne zaman bir ülke ya da liderlik iyi bir istihbarata, iyi bir fırsata ve işi yapabilecek silah sistemlerine sahip olduğunu hissetse, İsrail saldırır. İsrail’in gerçek bir stratejik yaklaşımı bile yok…belirli askeri eylemler ile beklenen faydalar arasındaki bağlantıları belirleme girişimi İsrail liderliğinin repertuarında yok.” diye ekledi.
İsrail’in askeri caydırıcılık stratejisi sıklıkla vurgulanır, ancak doğrudan yüzleşmeden kaçınma çabalarına rağmen İran’ın da bu ilkeyi derinden içselleştirdiğini kabul etmek önemli.
İsrailli analistler İran saldırısının sınırlı etkisini Tahran için bir yenilgi, İsrail için ise bir zafer olarak görüyor. Irak’ın füze fırlattığı 1991 yılından bu yana İsrail topraklarına yabancı bir devlet tarafından yapılan ilk saldırı olması nedeniyle misillemenin artık kaçınılmaz olduğuna inanıyorlar.
Uluslarası kamuoyunda İsrail Gazze’de Hamas ve kuzey sınırında Hizbullah ile uğraşırken İran’ın saldırısının strateji ve politika açısından büyük bir zarar olduğu açık olduğu düşünülüyor.
Bu durum zaten sınırlı olan askeri kaynaklarını zorluyor ve daha büyük bir çatışma riskini arttırıyor. Bazıları İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu’nun Şam’ı vurarak bu krizi kasıtlı olarak provoke ettiğini öne sürse de İsrail’in daha önce 7 Ekim’de Hamas’ın saldırı niyetini yanlış yorumladığı gibi durumu yanlış değerlendirmiş olması daha muhtemel.
Eski bir askeri istihbarat başkanı olan ve şu anda Ulusal Güvenlik Çalışmaları Enstitüsü adlı düşünce kuruluşunun genel müdürlüğünü yürüten emekli general Tamir Hayman, Netanyahu’nun ABD ile ilişkileri kötü idare ettiğini söyledi ancak saldırının siyasi bir motivasyonla yapıldığını reddetti.
“Sistemin nasıl işlediğini biliyorum ve muhtemelen bu saldırıların nasıl planlandığını ve yürütüldüğünü ve nasıl, hangi zamanlama unsurlarına ihtiyaç duyulduğunu biliyorum. Bence zamanlamanın arkasında yatan şey bu, siyasi manipülasyon değil, operasyonel taktiksel fırsat.” dedi.
İsrail, 7 Ekim’den bu yana İran ve müttefiklerinin oluşturduğu tehdidi azaltmaya yönelik aktif bir strateji izlemesine rağmen, bu hedefe Tahran’la doğrudan karşı karşıya gelmeden de ulaşılabileceğini hesapladı.
İsrail’in, Suriye’de yıllardır İran’la yakından bağlantılı kişileri hedef alan gizli hava saldırılarına ve Lübnan’da Hizbullah’la altı ay süren sınır çatışmalarına dayanan varsayımı, Tahran’ın İsrail topraklarına doğrudan bir saldırıyla misilleme yapmayacağı yönündeydi.
Ancak Şam’daki son saldırı İran’ı ve yönetimini “stratejik muamma” olarak adlandırılan zorlu bir duruma soktu. Hizbullah, Yemen’deki Husiler ve Irak’taki İran yanlısı milisler gibi Direniş Ekseni içindeki kilit müttefiklerini Gazze’deki Hamas’ı desteklemek için kendi saldırılarını başlatmaya teşvik ederek, Şam’a yapılan saldırı İran’ın hem ülke içindeki hem de daha geniş bölgedeki güvenilirliği için önemli bir test haline geldi.
Chatham House düşünce kuruluşunun Orta Doğu ve Kuzey Afrika programı direktörü Sanam Vakil “Şam saldırısı bardağı taşıran son damla oldu” diyerek İran saldırılarının “eşi benzeri görülmemiş” olduğunu ve İsrail’in İran’ın bu şekilde karşılık vereceğini muhtemelen tahmin edemediğini söyledi.
Vakil “Bu saldırı, İsrail’in İran Devrim Muhafızları Ordusu’nda can kaybına yol açan diğer pek çok saldırısının ardından ve Viyana Konvansiyonu’nun ihlal edilerek diplomatik bir bölgeye saldırılmasıyla birlikte geldi. Bence İran’ın hesabı, karşılık verilmezse İsrail’in geri adım atmaya devam edeceği ve bölgedeki Direniş Ekseni’ni zayıflatacağı yönündeydi. Bu, kırmızı çizgilerini güçlendirmek ve bir ölçüde caydırıcılık sağlamakla ilgiliydi.” dedi.
Washington son aylarda gerilimin tırmanmasını önlemek için diplomatik çaba sarf etti ve İsrail’e verdiği güçlü askeri desteğe rağmen Netanyahu’yu İsrail’in vereceği herhangi bir tepkiyi yumuşatmaya zorlayacağı kesin diye düşünülüyor. Ancak ABD’nin haberdar olmadığını açıklamakta gecikmediği Şam saldırısı, ülkenin ABD’nin askeri desteğine olan güvenine rağmen Başkan Joe Biden’ın İsrail üzerindeki sınırlı etkisini hatırlattı.
Ürdün’ün İran’dan gelen füzeleri vurma çabası son derece ilginç olmakla birlikte, çatışmanın genişleyen kapsamı, özellikle Irak’taki kırılma hatlarına baskı yapıyor.
Hizbullah ve Tahran arasında neredeyse kesin olarak koordine edilen, Lübnanlı Şii grubun İran saldırısı sırasında devasa ağır roket cephaneliğini kullanmama kararı da en azından şimdilik çatışmanın daha da derinleşmesini durdurmak için küçük bir fırsat penceresi olduğunu gösteriyor.
Asıl soru, Vakil’in de belirttiği gibi, İsrail’in İran’ın saldırısına karşı savunmasını başlı başına bir “başarı” olarak mı göstereceği yoksa İran’a karşılık vermeye cesaret mi edeceği olarak kaldı.