Filistin direnişinin efsane lideri: Yasir Arafat
İsrail’in Filistin topraklarını işgaline karşı verdiği mücadeleyi “Elimde bir zeytin dalı ile bir özgürlük savaşçısının silahını taşıyorum.” şeklinde tanımlayan Filistin’in efsane lideri Yasir Arafat’ın ölümünün üzerinden tam 16 yıl geçti.
Yasir Arafat, Arap-İsrail çatışmasının son elli yıldır Filistin davasıyla ilişkilendirilen merkezi figürlerinden biri olarak kabul ediliyor. Siyasi arenada aktif bir faktör ve olayların ana itici gücü olarak yıllarca bölgenin etkin liderlerinden oldu.
Ancak Arafat, vefatının 16’ncı yılında Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Bahreyn ve Sudan’ın İsrail ile ilişkileri resmen normalleştirdiği, Suudi Arabistan, Umman ve Fas’ın da yakın zamanda normalleştirmeyi beklediği kritik bir atmosferde anılıyor.
Filistinlilerin daha çok “Ebu Ammar” olarak zikrettikleri merhum liderin ölümünün üzerinden 16 yıl geçse de hafızalarda hala Filistin davasının en önemli simgesi olmaya devam ediyor.
Filistin puşisi (kufiye) ve askeri üniformasıyla devrimci bir karakter ortaya koyan Arafat, bağımsız Filistin mücadelesi için farklı yolları benimsedi. Mücadelesinin ilk yıllarında Filistin’in bağımsızlığının yolunun silahlı mücadeleden geçtiğine inan Arafat, 1990’lı yıllardan itibaren ise diyalog yolunu seçti.
Attığı adımlar, izlediği yol bazı Filistinli gruplar tarafından eleştirilse de Arafat, Filistin davasının dünya kamuoyunda gündeme gelmesinde önemli rol oynadı ve Filistin ulus kimliğinin oluşmasına büyük katkısı sağladı.
Kendine özgü kıyafetleri ve karizmasıyla Orta Doğu’nun en önemli liderlerinden biri olarak gösterilen Arafat, son nefesine kadar halkının bağımsızlığı için mücadele etti.
Nobel Barış Ödülü sahibi Yasir Arafat, her ne kadar Filistin’in bağımsızlığı için mücadele eden grupların tamamını tek çatı altında toplamayı başaramasa da en azından yaşamı boyunca bu gruplar arasındaki ayrışmanın derinleşmesini önleyen bir lider olarak tarihe geçti. Ancak, onun ölümünden sonra Filistinli gruplar arasındaki ayrışma daha da derinleşti.
Filistin’in özgürlüğü için geçen bir ömür
Gerçek adı Muhammed Abdurrahman bin Abdurrauf Bin Arafat El-Kudve El-Hüseyni olan Arafat, gençlik yıllarından itibaren Sahabeden Ammar Bin Yasir ile Mekke’deki Arafat Dağı’na atfen Yasir Arafat adını ve Ebu Ammar kod adını kullanmaya başlamıştır.
Arafat’ın doğum yeriyle ilgili tartışmalar ölümünden sonra da devam etti. Yasir Arafat, 1929’da Filistin davasının kalbi Kudüs’te doğduğunu söylemesine rağmen bazı araştırmacılar onun Kudüs’te değil Mısır’ın başkenti Kahire’de dünyaya geldiğini öne sürdü.
Belki de Kudüs’ün Filistin davasındaki öneminden dolayı Arafat’ın doğum yeri hep tartışma konusu oldu. Henüz 4 yaşındayken annesini kaybeden Yasir Arafat’ı ablası İnam büyüttü.
Gençlik yıllarından itibaren İsrail işgaline direnen Filistinlilere yardım etmeye başlayan Arafat, 1948’deki Arap-İsrail Savaşı başladığında halkının savaşçılarına silah temin etmeye çalıştı.
Fetih Hareketi’ni kurdu
Savaşın ardından eğitimini tamamlamak için Mısır’a giden Arafat, Kahire’de Filistinli üniversite mezunlarını bir dernek çatısı altında buluşturdu. İnşaat mühendisliği bölümünü bitirdikten sonra Kuveyt’e geçen genç Arafat, burada 1965’te Filistin direnişindeki en eski ve büyük örgütlerden biri olan Filistin Ulusal Kurtuluş Hareketi’ni (Fetih) kurdu.
Devrimci fikirlere sahip Arafat, resmi adı “Hareket Tahrir el-Vatani el-Filistini” olan hareketinin etki alanını genişletmek için Cezayir’de bir ofis açtı.
Sosyal demokrasi ve seküler Arap milliyetçiliği temelinde bir direniş hareketi olan Fetih, Filistin’de İsrail işgaliyle mücadelesinde etkin rol oynadı.
Sürgünden sürgüne zorlandı
Fetih lideri Arafat, Siyonizm’i düşünce, hedef, örgütlenme ve yöntem açısından saldırgan emperyalist faşist bir hareket şeklinde niteleyerek, Filistinlilerin uluslararası camiada temsil edilebilmesi için Arap devletleri tarafından kurulan Filistin Kurtuluş Örgütü’nün (FKÖ) 1969’da liderliğini üstlendi.
İşgal edilen topraklarını kurtarmak ve vatanından sürülen milyonlarca Filistinlinin evlerine dönüşünü sağlamak için İsrail’e karşı silahlı mücadelenin şart olduğuna inanan Arafat’ın başında olduğu Filistin hareketi, İsrail’in yanı sıra bazı Arap ülkeleriyle de çatışmak zorunda kaldı.
Eylül 1970’de başlayıp Temmuz 1971’e kadar süren ve tarihe “Kara Eylül” olarak geçen çatışmalarda Ürdün ordusu ile Filistinliler karşı karşıya geldi. Ürdün askerlerinin binlerce Filistinli sivili öldürdüğü çatışmaların ardından bu ülkeyi terk etmek zorunda kalan Arafat, Lübnan’a geçti.
Arafat, 1974’te Birleşmiş Milletler (BM) kürsüsünde yaptığı konuşmasında şu meşhur sözlerini sarf etti:
“Elimde bir zeytin dalı ile bir özgürlük savaşçısının silahını taşıyorum. Zeytin dalının elimden düşmesine izin vermeyin.”
İsrail, Arafat’ın sığındığı Lübnan’a 1978’de saldırarak ülkenin güneyinde küçük bir bölgeyi işgal etti. İsrail’in 1982’de de Lübnan’a karşı daha büyük bir saldırı başlatması üzerine bu ülkeden de ayrılmak zorunda kalan Arafat’ın bu seferki durağı Tunus oldu.
Sürgünde bağımsızlık ilanı
Sürgüne, tecride rağmen Yasir Arafat, en büyük hayali olan bağımsız Filistin devletinin kurulmasından hiç vazgeçmedi. Bu hayalin gerçekleşmesi için Cezayir’de, FKÖ’ye bağlı Filistin Milli Konseyi 1988’de başkenti Kudüs olan bağımsız bir Filistin devletinin kurulduğunu ilan etti.
Bunun ardından Arafat kamuoyu önünde şiddeti reddettiğini açıklayarak İsrail ile diyaloğa giden yolda önemli bir adım attı.
İsrail’i tanıdı
Arafat’ın Filistin mücadelesindeki en kritik dönüm noktalarından biri belki de İsrail’i tanıma kararı oldu.
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda (BMGK) 1988’de yaptığı konuşmada Arafat, FKÖ’nün İsrail’in “var olma hakkını tanıdığını” ilan etti.
Bu adımı Filistinli gruplar arasında farklı tepkilere yol açsa da ABD’nin Arafat’a ve hareketine yönelik algısını olumlu yönde değiştirdi. Filistin Merkez Konseyi 1989’da Arafat’ı Filistin Devlet Başkanı ilan etti.
Arafat, bundan bir yıl sonra Süha isimli bir Filistinli ile evlendi. Arafat’ın bu evlilikten Zahva adını verdikleri bir kız çocuğu oldu.
Oslo Anlaşması
İsrail hükümeti ile Arafat liderliğindeki FKÖ arasında sürdürülen gizli ve açık görüşmeler, 1993’te “Oslo Barış Anlaşmasının” imzalanmasıyla sonuçlandı.
Anlaşmanın imzalanmasının ardından Filistin lideri Arafat ile İsrail Başbakanı İzak Rabin el sıkışarak kameralara poz verdi. Bu anlaşmadan dolayı 1994’te Arafat ve Rabin’e Nobel Barış Ödülü verildi.
Oslo Anlaşması çerçevesinde işgal altındaki Batı Şeria; A, B ve C bölgelerine ayrıldı. Yüzde 18’i kapsayan “A bölgesi”nin yönetimi idari ve güvenlik olarak Filistin’e, yüzde 21’lik “B bölgesi”nin idari yönetimi Filistin’e, “güvenliği” İsrail’e devredilirken, yüzde 61’ini kapsayan “C bölgesi”nin “idare ve güvenliği” İsrail’e bırakıldı.
Anlaşma metni, İsrail askerlerinin Gazze Şeridi ve Eriha’dan çekilmeleri ile başlayan beş yıllık bir geçiş dönemini öngörüyordu. Bunun yanı sıra, Batı Şeria ve Gazze’de yönetimin kısmen Filistinlilere teslim edilmesi ile sonuçlanacak geçici bir dönemin belirlenmesi konusunda anlaşılmıştı.
Bunun için Filistin yönetimi kurularak liderliğine Arafat getirildi. Böylece, 1999 itibarıyla tarafların nihai statü anlaşması imzalayacağı ve Filistinlilerin kendi yönetimini oluşturması öngörülüyordu.
Fetih ve FKÖ’nün lideri olan Arafat 1996’da yapılan seçimlerde oyların yüzde 83’ünü alarak Filistin yönetimi başkanlığına seçildi.
Filistinlilerin istediği bölgeler Gazze, Batı Şeria ve Doğu Kudüs’tü ancak, gelişmeler planlanan şekilde olmadı ve İsrail taahhütlerine uymadı.
İsrail anlaşmalara aykırı olarak Doğu Kudüs ve Batı Şeria’daki Yahudi yerleşim birimi faaliyetlerine hız kesmeden devam etti. Oslo’nun getirdiği yükümlülüklerden biri de su kaynaklarının paylaşımında tek taraflı adım atılmamasıydı. Ancak İsrail bu kurala da uymayarak, Batı Şeria’daki su kullanımını kendi lehine sürekli artırdı.
Kimi uzmanlara göre, İsrail’in ayak sürümesi ve sözlerini yerine getirmemesi nedeniyle görüşmelerin akamete uğramasının ardından 2000 yılında Filistin halk ayaklanması olan “İkinci İntifada” patlak verdi.
Ev hapsi ve şüpheli ölümü
İsrail güçleri 2002’de Arafat’ı işgal altındaki Batı Şeria’nın Ramallah kentinde bulunan karargahında ev hapsine aldı.
Filistin yönetiminin merkezi olan karargahı 2 yıl abluka altında tutan İsrail güçleri, burayı birçok kez tanklarla da hedef aldı.
Arafat 2004’te hastalandı ve grip teşhisi konuldu ancak, Filistinli lider bir türlü iyileşemedi. İsrail’in izin vermesinin ardından tedavi için 29 Ekim’de Fransa’ya götürülen Arafat, 11 Kasım 2004’te Paris’te Percy Askeri Hastanesi’nde 75 yaşında hayata gözlerini yumdu.
Arafat’ın Kudüs’e defnedilmesi yönündeki vasiyeti, İsrail işgali nedeniyle gerçekleşemedi. İşgal altındaki Batı Şeria’nın Ramallah kentine defnedilen Arafat’ın ölüm nedeni ise tartışma konusu olmaya devam etti.
Zehirlendiği iddialarının kuvvetlenmesinin ardından 2012’de Arafat’ın mezarı açılarak örnek alındı.
İsviçreli bilim adamları, Arafat’ın cesedinden alınan örnekler üzerinde yaptıkları incelemenin ardından 2013’te Filistin liderinin zehirlendiğinden yüzde 83 oranında emin olduklarını açıkladı.
Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas, Kasım 2016’da yaptığı açıklamada, Arafat’ın ölümüyle ilgili soruşturmanın devam ettiğini belirterek, “Yakında katilleri açıklayacağız ve herkes dehşete düşecek.” dedi.
Nedendir bilinmez ama bu açıklamanın üzerinden 4 yıl geçmesine rağmen Arafat’ın “katilleri” hala açıklanmadı.
Arafat’ın ölümünün ardından özellikle Fetih ile Hamas arasındaki ayrışma daha da derinleşti. Bugün itibarıyla Filistin davasında çift başlı bir yönetim görüntüsüne neden olan bu ayrışmanın her geçen gün daha da derinleştiği ifade ediliyor.
Filistin direnişi bu ayrışmadan olumsuz etkilenirken, bu durumun sadece İsrail’in çıkarlarına hizmet ettiği de bilinen bir gerçek.
KAYNAK: AA.com.tr