Erbaîn Ziyaretine Önem Vermek
Acilnews Sunar:
İmam Hasan Askerî (a.s.) şöyle buyurmuştur:
“Mü’minin, alameti beştir: Her gün elli bir rekât namaz kılmak. Erbaîn ziyareti yapmak. Sağ elin parmağına yüzük takmak. Secdede alnı toprağa koymak. ‘Bismillahirrahmanirrahim’i yüksek sesle söylemek.”[1]
Hadiste geçen elli bir rekât namaz ile kastedilen, on yedi rekâtlık günlük farz namazlarla birlikte günlük sünnet namazlardır. Sünnet namazlar, farz namazların eksiklik ve zaafını telafi eder. Bu alanda özellikle tavsiye edilen ve çok da faydalı olan teheccüd namazıdır. Hadiste dikkat çekilen elli bir rekât namaz, Şîîlerin özelliklerinden ve de Allah Resûlü’nün (s.a.a.) ümmete getirdiği miraç armağanıdır. Namazın “mü’minin miracı” olarak tanımlanmasının nedeni, belki de namaz emrinin miraçtan gelmesi ve insanı miraca çıkarma özelliğine sahip olmasıdır.
Hadiste hatırlatılan diğer hususlar da Şîîlerin özelliklerindendir. Çünkü secde ederken alnını toprağa koyan sadece Şîîlerdir ve ayrıca onların dışındakiler, “Bismillahirrahmanirrahim”i ya hiç söylemez ya da sessiz olarak söyler. Sağ ele yüzük takmayı ve İmam Hüseyin (a.s.)’ın Erbaîn ziyaretini sünnet kabul eden de yine Şîilerdir.
Hadiste belirtilen “erbaîn” ziyareti ile kastedilen şey, kırk mü’mini ziyaret etmek değildir. Çünkü kırk mü’mini ziyaret etme konusu Şîa’ya mahsus değildir. Ayrıca “erbaîn” kelimesindeki “ال/eliflam” takısı, İmam Askerî (a.s.)’ın halk tarafından bilinen “erbaîn”i kastettiğini gösterir. Birçok hadiste ifade edilen, ancak “eliflam” takısı olmayan “erbaîn” kelimesi bu anlama gelmemektedir. İmam Cafer Sâdık (a.s.)’dan nakledilen şu hadis buna örnektir:
“Bizim hadislerimizden kırk (erbaîn) hadis ezberleyen kimseyi Allah kıyamet günü âlim ve fakih olarak diriltir.”[2]
Erbaîn ziyaretinin önemi, sadece imanın alameti oluşundan dolayı değildir. Erbaîn ziyareti, bu hadisten de anlaşıldığı üzere farz ve sünnet namazlar konumundadır. Bu hadis uyarınca namaz dinin ve şeriatın direği olduğu gibi Erbaîn ziyareti ve Kerbelâ olayı da velâyetin direğidir.
Bunu şöyle de açıklayabiliriz: Allah Resûlü (s.a.a.)’in buyruğu doğrultusunda, Peygamber (s.a.a.)’in nübüvvetinin özeti Kur’ân ve Itrettir/Ehl-i Beyt’tir:
“Şüphesiz ki, sizin aranızda iki değerli emanet bırakıyorum… Allah’ın Kitabı… ve Itret’im/Ehlibeyt’im.”[3]
Allah’ın Kitabının özü olan ilâhî dinin bir direği vardır ve o da namazdır. Itret’in özünün direği ise Erbaîn ziyaretidir. Bu iki direk, İmam Hasan Askerî (a.s.)’ın hadisinde bir arada zikredilmiştir. Ancak bu bağlamda bilinmesi gereken, namazın ve Erbaîn ziyaretinin insanı nasıl dindar yaptığını anlamamızdır.
Zatı mukaddes Allah, namaz hakkında birçok öğretileri açıklamıştır. Mesela buyurmuştur ki, insan, fıtratı itibariyle muvahhiddir. Ancak insanın tabiatı, kendisine hüzün veren acı olaylar karşısında ağlayıp sızlamak ve onu sevindiren gelişmeler karşısında ise (içine düştüğü kötü durumdan kurtaran Allah’ı unutarak) hayrı engellemek üzere yaratılmıştır. Namaz kılan insanlar bundan istisnasıdır. Onlar, tabiatlarının azgın huylarını dengeleyebilirler; sabırsızlık, ağlayıp sızlama ve hayrı engelleyen şeylerden kurtulabilirler. Böylece de Allah’ın özel rahmetine nail olabilirler.
“Şüphesiz insan çok hırslı ve sabırsız olarak yaratılmıştır. Kendisine fenalık dokunduğunda sızlanır, feryat eder. Bir iyiliğe uğrarsa onu herkesten meneder. Ancak, namaz kılanlar başka.”[4]
Erbain ziyareti de bu özelliğe sahiptir ve insanı sabırsızlıktan, sızlanmaktan, menetmekten alıkor. Şehidler Efendisi’nin (a.s.) asıl amacının insanları eğitmek ve arındırmak olduğunu, bu yolda hem tebliğ ve açıklama hem de canını feda etme yöntemini kullandığını bildirmiştik. Bütün bunları bir arada yapmak, o Hazreti (a.s.) üstün kılan özelliklerdendir.
Kısacası, Allah Resûlü (s.a.a.)’in risaletinin amacı, bir yandan Kitabı ve hikmeti öğretmek, öte yandan da insanların nefislerini arındırmaktır. Böylece hem bilgisizleri bilgilendirmiş ve hem de dalalette olanları hidayet etmiştir. Sonuç olarak da ilmî ve amelî cehaleti toplumdan uzaklaştırmıştır. İşte bu iki amaç, Şehidler Efendisi’nin (a.s.) Erbaîn ziyareti metninde yer almaktadır. Nasıl ki, risaleti inkâr edenlerin ve nübüvvet düşmanlarının vahşiliklerinin kaynağı, dünya sevgisi ve bağlılığı olmuştu, aynı şey velâyeti inkâr edenlerin ve imâmet düşmanlarının barbarlıklarının da önemli etkeni idi. Onlar da dünyaya bağlanmış ve gönül vermişlerdi. Erbaîn ziyaretinde bu gerçeğe şöyle dikkat çekilmiştir:
“Dünyanın aldattığı ve payını (ahiretini) dünyanın değersiz alçak metaına ve ahiretini en değersiz paraya satan, hevâ ve hevesine dalan ve alçalan kimseler onun aleyhine birleştiler ve ona sitem ettiler.”
İmam Hüseyin (a.s.) hakkındaki “kırk=erbaîn” rakamının özelliği
“Kırk” rakamı, başka rakamların sahip olmadığı bir özelliğe sahiptir. Bahsi edilen özelliğin bazı örnekleri şöyle sıralanabilir:
– Allah’ın peygamberlerinin çoğu kırk yaşında peygamberliğe seçilmiştir.
– Hz. Musa (a.s.)’ın Zât-ı Mukaddes Allah ile özel mülakatı kırk gece sürmüştü.
– Teheccüd namazında kırk mü’min hakkında dua etmek tavsiye edilmiştir.
– Kırk eve kadar olan komşulara güzel davranılması ve değer verilmesi hadislerce bildirilmiştir.
Hadislerde şöyle geçmektedir:
“Peygamberlerin, velilerin ve mü’min kulların ibadet ettikleri yer, ölümlerinden sonra kırk gün boyunca onlara ağlar.”
Ancak İmam Hüseyin (a.s.)’ın şehadetinde gökyüzü ve yeryüzü kırk gün kan ağladı. Bu hadislerde geçen gözyaşı veya kan, zahirî anlamında yorumlanmamalıdır. Elbette bunu inkâr etmemek de gerekir.
Bunun açıklaması şudur: Gökyüzündeki gezegenlerde, çıplak gözle görülemeyen birçok patlamalar olmuştur. Ancak uzmanlar, yıldız bilimi ve gözlemevleri yardımıyla bu patlamaları gözlemlemişlerdir. İnsanlar, sırf bu patlamaları normal gözlerle görmediklerinden dolayı konu hakkındaki haberleri yalanlayamayacakları gibi gökyüzü ve yeryüzünün kan ağlamasını da inkâr etmemelidirler. Çünkü bu gibi konular da insanların rasathaneler yardımıyla bile görebilecekleri ve ulaşabilecekleri bilgiler türünden değildir.
Aslında melekûtî bir olay mülkî araçlar yardımıyla asla algılanamaz. Mesela, en dakik ve en gelişmiş gözlem tekniği yardımıyla dahi, uyuyan bir insanın sâdık rüyasında gördükleri gözlemlenemez. Yusuf (a.s.)’ın rüya âleminde, on bir yıldızın ay ve güneşle birlikte kendisine secde ettiklerini görmesi, hiçbir rasathane tarafından ne doğrulanabilir ve ne de yalanlanabilir. Anlatmak istediğimiz şudur: Melekûtî gözyaşı veya kan ağlama olayı, ne tecrübî teknik tarafından doğrulanabilir ve ne de onun yalanlama alanına girer. Ayrıca bir şeyin uzak bir ihtimal olarak görülmesi onun imkânsızlığını göstermez. Görmek için gözü olmayan biri, en azından görenlerin sesini duyacak bir kulağa sahip olabileceğini anlamalıdır.
Bu tür olayları analiz edebilmek için, kendine has terimleri ve uzmanları olan özel bir ilim gereklidir. Bu alandaki uzmanlar ise velâyet ehli ve büyük din âlimleridir. Onlar bu tür hadisleri canı gönülden kabul etmiş, gökyüzünün ve yeryüzünün kan ağladığını anlamışlardır. İmam-ı Zaman (a.f.)’in İmam Hüseyin (a.s.)’a hitapla şöyle dediği nakledilmiştir:
“Eğer gözyaşlarım kuruyacak olsa, kesinlikle gözyaşı yerine sana kan ağlayacağım.”[5]
Hemen belirtmeliyim ki, ölmüş olan biri bütün dinler ve milletler arasında saygı ile anılmıştır. Bazı milletler, bir ay sonra ve bazıları da kırk gün sonra ölülerini saygı ve tazimle anarlar. Müslümanlar ve özellikle de Şîîler, Masum Ehlibeyt İmamları’nın (a.s.) şehadetinden sonraki ilk kırkıncı günde anma ve tazim merasimleri düzenlemiştir. Ancak İmam Hüseyin (a.s.)’ın şehadeti bu husustaki tek istisnadır ve o Hazret (a.s.) kıyamete kadar her yıl şehadetinin kırkıncı gününde anılacaktır.
Rivayet edilmiş Erbain ziyareti
Şîa rivayetleri, İmam Hüseyin (a.s.)’ın şehadetinin kırkıncı gününde bazı amellerin yapılmasını önemle tavsiye etmiştir. Bu güne özgü ziyaretin öğle vaktinden önce okunması ve ziyaret sonrasında iki rekât namaz kılınması, sözü edilen amellerden bazılarıdır. Bu vakitte yapılan dua geri çevrilmez, kabul edilir.
Erbaîn ziyaretinde, İmam Hüseyin (a.s.)’ın kıyam amacının Yüce Peygamber (s.a.a.)’in amacıyla aynı olduğuna vurgu yapılmıştır. Kur’ân-ı Kerim ve Nehcü’l-Belâğa’da peygamberlerin gönderiliş amacının iki şey olduğu bildirilmiştir: Bunlardan biri, insanların bilgili ve diğeri ise nefsin arınması ile akıllı olmalarını sağlamaktır.
Bilgili olmayan insanlar Allah’ın buyruğunun ne olduğunu kavrayamaz, hâliyle ne kendilerini ve ne de başkalarını eğitemezler. Bazıları da bilgilidirler, ancak akıllı olmadıklarından dolayı bilgileri doğrultusunda amel etmezler. Bundan dolayı peygamberler, insanları bilgilendirmek ve arındırmak için gönderilmişlerdir. Onlar, insanlara iyilikleri öğretir ve doğru yolu gösterirler. Böylece insanlar iyiliği anlar ve bu doğrultuda amel ederler. Böyle bir toplum Allah evliyasının eğitim beşiğidir.
Kur’ân-ı Kerim’in naklettiğine göre Hz. İbrahim (a.s.) Yüce Allah’a şöyle arz etmiştir:
“Rabbimiz! İçlerinden onlara bir peygamber gönder; onlara ayetlerini okusun, Kitabı ve hikmeti öğretsin ve onları (kötülükten) arındırsın.”[6]
Yüce Allah Hz. İbrahim (a.s.)’ın bu duasını kabul edip şöyle buyurmuştur:
“O, ümmîlere, içlerinden, kendilerine ayetlerini okuyan, onları temizleyen, onlara Kitabı ve hikmeti öğreten bir peygamber gönderendir. Hâlbuki onlar, bundan önce apaçık bir sapıklık içinde idiler.”[7]
Bu ayet uyarınca Hicaz halkı, Yüce Peygamber (s.a.a.)’in bi’setinden önce ilmî ve amelî olmak üzere iki büyük sorunla karşı karşıyaydılar. Bunlardan biri bilgisizlik ve diğeri ise dalaletti. Yüce Peygamber (s.a.a.), bir yandan Kitap ve hikmeti öğreterek onları bilgisizlikten kurtardı, âlim olmalarını sağladı ve öte yandan da nefislerini tezkiye ederek sapıklıktan kurtardı, âdil olmalarını sağladı.
Mü’minlerin Emiri Ali (a.s.), Yüce Peygamber (s.a.a.)’in bi’setini şöyle açıklamıştır:
“Böylece Allah, Peygamber vasıtasıyla onları dalaletten hidayete erdirdi ve onun konumuyla onları cehaletten kurtardı.”[8]
Yani Yüce Allah, Peygamber (s.a.a.)’in eliyle insanların âlim ve âdil olmalarını gerçekleştirdi.
Melekût ve varlıksal nur bağıntısı hasebiyle Yüce Peygamber (s.a.a.)’den gelen ve velâyet sahibi olan İmam Hüseyin (a.s.)[9] da insanları âlim ve âdil yapmalıydı. Dinin hüküm, buyruk ve öğretilerini öğretmeli ve onları amel ehli kılmalıydı.
Bu, Ehl-i Beyt (a.s.)’ın tümünün görevidir. Onlar dersleriyle, konuşmalarıyla ve mektuplarıyla görevlerini yerine getiriyorlardı. Ancak Şehidler Efendisi (a.s.), bütün bunların, olması gereken temel etkiyi yaratacağından ümitsizliğe düştüğünden dolayı amacına ulaşmak için kanını ve canını da feda etti. Sadece İmam Hüseyin (a.s.) hem kültürel, siyasal, ictihadî alanda mücadele etti ve hem de savaş alanında cihad etti.
İmam Hüseyin (a.s.)’ın Erbaîn ziyaretinde şöyle geçmektedir:
“O da halka hücceti tamamladı ve ümmete mazeret bırakmadı, yumuşaklıkla nasihat etti ve kullarını cehaletten ve dalalet şaşkınlığından kurtarmak için senin yolunda kanını akıttı.”[10]
Yani İmam Hüseyin (a.s.), ilmî cehalet ve ahlâkî fesat denizine gömülmüş insanların âlim ve âdil olması için mazeret bırakmadı, nasihat etti ve kanını bahşetti. Geçmiş peygamberlerin bazıları da ictihadî tebliğ, talim ve tahkikin yanı sıra, barbarlığı merhamete ve cahilliği İslâmî uygarlığa dönüştürmek için cihad meydanına inmiş ve bu yolda şehadet şerbeti içmiştir.
* Haz. Kasım Toprak, Ziyaret-i Erbaîn, Önsöz Yayıncılık, İstanbul 2013, s. 21-34.
[1]- Tehzib, c. 6, s. 52.
[2]- Usûl-u Kâfî, c. 1, s. 49.
[3]- Bihâru’l-Envâr, c. 89, s. 13.
[4]- Meâric Sûresi, 19-22.
[5]- Bihâru’l-Envâr, c. 98, s. 238.
[6]- Bakara Sûresi, 129.
[7]- Cum’a Sûresi, 2.
[8]- Nehcü’l-Belâğa, 1. Hutbe.
[9]- Allah Resûlü (s.a.a.)’in, “Hüseyin (a.s.) bendendir ve ben de Hüseyin’denim (a.s).” buyruğuna işarettir. Bihâru’l-Envâr, c. 43, s. 261.
[10]- Mefâtihu’l-Cinân.
Ayetullah Cevadî Amulî