Anlamın ve anlamsızlığın bozkırı

Anlamın ve anlamsızlığın bozkırı

Nora Hoppe’nin el-Meyadin’de yayınlanan makalesi, Avrupa’nın temsil ettiği Eski Batı ile Amerika Birleşik Devletleri, Kanada, Avustralya, Yeni Zelanda ve İsrail gibi sömürge sonrası bölgeleri içeren Yeni Batı arasında ayrıma dikkat çekerek Batı’nın çöküşünü duyuruyor.

Denemeci Nora Hoppe’nin el-Meyadin’de ‘Sense and senselessness in a Waste Land…” başlığıyla yayınlanan makalesi, başta ABD ve onun ileri karakolu İsrail olmak üzere Batı’daki post-kolonyal rejimlerin mutlak bir irrasyonaliteye gömüldüğünü ve anlamsızlık içerisinde kendileri için bir varlık gerekçesi bulamadıkları gibi bir var olma hakkı da görmediklerini belirtirken yeni kuracağımız dünyada soracağımız o soruyu bizlere yöneltiyor.

Bugün Batı dünyasındaki mevcut durumu anlamaya çalışmak ne kolaydır ne keyifli…

Batı dünyasında 30 yıllık bir komadan çıkan bir insan, hiç şüphesiz istikametini şaşırırdı. Sadece etrafındaki dünyayı tanımakta zorlanmazdı aynı zamanda bu dünyada herhangi bir anlam bulmakta da sıkıntı çekecekti.

Batılı politikacıların, ana akım basının ve nüfuzlu gündem belirleyicilerinin kullandığı dil nasıl oluyor da hiçbir anlam taşımıyor? Nasıl oluyor da söylediklerinin çoğu arsız yalanlar oluyor? Nasıl oluyor da bugün bu kadar çok Batılı lider aynı tornadan çıkmış gibi görünen bön, sünepe işbilmezlerden oluşuyor? Neden hepsi tahsilden, tarih mefhumundan ve hatta temel becerilerden yoksun? Neden hepsi şahsiyet fukarası? Neden Batı’da artık hiç diplomat yok? Neden dünyamız hakkında okuyup öğrenebileceklerimiz konusunda “Clooney-Tunes” hakemlik yapıyor? Nasıl oluyor da iradesiz, dejenere olmuş bir bunak, nükleer silaha sahip bir devletin başında olabiliyor? Neden çoğu Avrupa rejimi hevesle intihar politikalarını benimsiyor? Peki ya bu rejimlerin vatandaşları ne alemdedir? 

Aklı başından gitmiş hasta ancak daha sonra o her yere sinmiş kokunun farkına varabilir… çürümüşlüğün kokusunun. Kadavra neoliberalizminin pis kokusuyla harmanlanmış ”Batılı değerler”in kekremsi tadı. 

Batı’nın çöktüğü aşikar, ancak çökmekte olan iki Batı var. Bunlardan ilki Avrupa’yı ifade eden Eski Batı, ikincisi ise yaklaşık 250 yıl önce Britanya’nın sömürgecilik tarihinden doğan yerleşim sonrası bölgeleri kapsayan “Yeni Batı”dır. Amerika Birleşik Devletleri, Kanada, Avustralya, Yeni Zelanda ve “İsrail”…bunlar Yeni Batı. En hızlı çöken Eski Batı oldu…özgün kimliklerinin içinin boşaltıldığı düşüncesinden ötürü. 

Eski Avrupa bir hiçliğe teslim oluyor.  Geleneklerini, zengin ve çeşitli kültürlerini, geçmişini, medeniyetini neredeyse tamamen yitirdi… ve neoliberalizmin uyum yükümlülükleri ve AB ve NATO’da somutlaşan aşamalı homojenleştirme süreci sayesinde, tek tek devletler nihayetinde herhangi bir orijinal, otantik kimliğin son kalıntılarını da kaybediyor. Ve, bir kimlikten tamamen yoksun olmak, çoğu zaman kendi zararına bir şekilde insanı çaresiz kılar. 

Büyüyen hiçliği doldurmak için neoliberal zihniyet Batılılara bir dizi kurnaz, kendi zihniyetine hizmet eden anlatı ve aşağıdakileri içeren yeni paketlenmiş kimlikler sunan “ben merkezci bir market” yarattı: Süper starlık için adım adım kılavuzlar, sosyal yükümlülüklerden kurtulmak için ipuçları, karbon ayak izi kahramanlığı, radikal feminizmin temelleri, vegan virtüözlüğü, vücut modifikasyonu için şablonlar, geniş bir cinsiyet yelpazesi vd. Bu yeni kimlik ürünleri de, bu başıboş tüketicileri bağımsız düşünceden yoksun bıraktı, insanlar anlatı otoritelerine daha fazla itaat eder hale geldi. 

Avrupalı devletlerin kendilerini İmparatorluğun tebaası haline getirmelerinin ve kendi ulusal güvenlik çıkarlarını düşünmekten uzun süredir vazgeçmiş olmalarının bir nedeni de bu olabilir. 

Boyun eğdirme çoğu zaman gerçekçi olmayan başa çıkma mekanizmalarının geliştirilmesine yol açar… Almanya, Kuzey Akım boru hatlarının imha edilmesini ve sanayisinin tasfiye edilmesini kabul etmesine rağmen, askeri gücüne olan inancını hala korumaktadır. Bu durum, Kırım Köprüsü’ne sabotaj planında üstleriyle işbirliği yapmasına yol açtı. Bir de Fransa var: “la Grande Nation” (Büyük Millet) olarak geçmişteki (şerefsiz) ihtişamının hezeyanı içinde, le petit Napoléon Macron, (Küçük Napolyon Macron)  Ukraynalıların Fransız silahlarını kullanarak Rusya Federasyonu içindeki hedefleri vurmasına izin vermeyi kabul etti ve hala Fransız askerlerini Ukrayna’da savaşmaya göndermeyi düşünüyor.  Finlandiya ve Baltık şivavaları da güçlü komşularıyla yüzleşmeye istekli olduklarını gösterdiler. Nüfusunu Hegemon’a kurban eden Ukrayna, Rus topraklarına bombalı saldırılar düzenlemeye devam ediyor ve hatta nükleer erken uyarı radar sistemlerini hedef almayı düşünüyor.

Bu arada, öne sürülen tüm uydurma anlatılara rağmen, Avrupa vatandaşlarının çoğunluğu psikolojik olarak ağır bir depresyon halinde… Belirtiler ve semptomlar çok fazla: korku, umutsuzluk, uyuşukluk, sosyal geri çekilme, daha az üretkenlik, yaratıcılık kaybı, hakim bir kasvet, apokaliptik duygulanmalar… Kuşkusuz, bağımsız düşünmeye ve konuşmaya cesaret eden cesur bir muhalif azınlık var ama onlar da zulüm görüyor ve giderek daha fazla cadı avına maruz kalıyor. Eski Avrupa artık bir bütün olarak kendine zarar veriyor ve intihara meyilli. Artık kendisi için bir varlık gerekçesi görmüyor. Artık kendisinde var olma hakkı görmüyor…

Ancak Batı’nın sömürgecilik sonrası rejimleri hala güçlü bir kimlik duygusuyla doludur. Bu durum özellikle Amerika Birleşik Devletleri ve “İsrail”de daha belirginleşiyor. Halklarının Avrupalı atalarının tarihi kökleri, medeniyetleri ve kültürleriyle çok az ya da hiç bağlantıları olmamasına rağmen, sömürgeci atalarının vahşice işgal ettiği topraklar üzerinde fanatik bir “ilahi hak” duygusuyla bugüne kadar aşılandılar. Özellikle Amerika Birleşik Devletleri, kendi “değerlerini” ve yaşam biçimini tüm gezegene enjekte ederek insanlığı kurtarmak gibi ilahi bir misyonla donatıldığını sanıyor. Batı’nın toplumları ve kültürleri her yerde hatta kendi topraklarında bile yok etmeye yönelik neoliberal gündemine rağmen, post-yerleşimcilerde tanrı vergisi üstünlük duygusu baya yaygın ve var oldukları sürece kesinlikle bu sanrı da onlara hükmedecektir. Onlar “seçilmiş olanlardır”. Böylece bu devletler, ne kadar dengesiz olurlarsa olsunlar, özgün kimliklerini korumuşlardır.

Dolayısıyla Hegemon’un ve onun ileri karakolu “İsrail”in herhangi bir B planı olmaksızın ya da en ufak bir stratejik düşünme olmaksızın pervasızca eskalasyon gerçekleştirmesi sürpriz değil çünkü onlar suçlanamaz, dokunulamaz, yenilmez olduklarını sanıyorlar. Şimdilik öyleler. 

Bu nedenle, Batı’nın çöküşü iki kutuplu bir patolojidir: bir kısmı manik, bir kısmı depresif…her iki kutbu da Hakikati inkâr ederek…mutlak irrasyonaliteye gömülüyor. 

Batılı güçler nihai menzillerine ulaştı. Bu, uzun yağma yolculuklarının son durağıdır, sistemlerinin doruk noktasıdır, neoliberal kapitalizmlerinin son aşamasıdır.

Onların uğruna yaşayacakları bir şeyleri kalmamıştır. 

Eğer geri kalanımız onların çöküşünden sağ çıkabilirsek, yeni bir dünya inşa edeceğiz. Eğer ayakta kalmak ve ahenk içinde birlikte yaşamak istiyorsak bunların sistemini dışarıda bırakacağız. 

Önce soracağız: ”Uğruna yaşadığımız şey nedir?”

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

5 × 4 =