Siyonist Almanya Rejimi
Angela Merkel’in 2005 yılında Almanya başbakanı olduğu ve bu görevi 16 yıl boyunca sürdürdüğü dönemde, Kırmızı-Yeşil koalisyon hükümeti sona erdi. Merkel, 2008 yılında İsrail parlamentosunda yaptığı bir konuşmada, “Bu tarihsel sorumluluk, ülkemin ulusal çıkarlarının bir parçasıdır” ifadesini açıkça dile getirdi.
2023 yılının 7 Ekim’inden sonraki beş ay boyunca dünya, Almanya’nın Gazze’de İsrail’in savaşına yönelik eleştirileri susturmak için Holokost’u nasıl bir silah olarak kullandığını dehşetle izledi. Almanya hükümetinin bu kriz sırasındaki tutumu, neredeyse ABD ile aynıydı: Her iki ülke de İsrail rejimine silah gönderdi ve Uluslararası Adalet Divanı’nda Güney Afrika’ya karşı İsrail’i destekledi. Ancak iç politikada Almanya, protestocuları, sanatçıları ve Filistin halkıyla dayanışma gösteren entelektüelleri bastırma konusunda daha agresif bir tavır sergiledi. Bu eylemler, Almanya’nın Holokost nedeniyle taşıdığı sorumluluğu bir tür ahlaki üstünlük gösterisi olarak kullanmasıyla örtüşüyor.
Bu özel baskılara dikkat çekilmesine rağmen, Holokost anma kültürünün Almanya’daki oluşum süreci ve dönüşümü daha az ele alınıyor. ABD’de birçok kişi Almanya’yı, Holokost anısını kurumlaştırarak İsrail’e kayıtsız şartsız destek sunan bir ülke olarak görüyor. Ancak gerçek daha karmaşık: Bu anma kültürü, 1980’lerden itibaren Almanya Federal Cumhuriyeti’nin siyasi yapısına yerleşmiş olsa da, son yirmi yılda bu kültür yozlaşmış ve Almanya, insanlığa karşı sorumluluğunu İsrail’e indirgemiştir.
Bu değişimin büyük kısmı, son yirmi yıldır Alman siyasetine hâkim olan Angela Merkel’e bağlanıyor. Ancak aynı dönemde, siyasi güçlerin birleşmesi, Almanya’nın merkez soluyla ABD ve İsrail’in sağ kanadı arasında beklenmedik bir ittifak oluşturdu. Günümüzde Almanya’nın Sosyal Demokratlar, Yeşiller ve Hür Demokratlardan oluşan koalisyon hükümeti, İsrail konusunda “Amerikan-İsrail Halkla İlişkiler Komitesi’nden (AIPAC) bile daha muhafazakâr ve destekleyici” bir duruş sergiliyor.
2005 yılında Merkel’in başbakan olmasıyla sona eren Kırmızı-Yeşil koalisyonun ardından, Merkel 2008 yılında İsrail parlamentosunda, bir Alman başbakanının burada yaptığı ilk konuşmayı gerçekleştirdi. Bu konuşmada, tüm seleflerinin Almanya’nın İsrail’in güvenliğine yönelik özel sorumluluğunun farkında olduğunu vurguladı ve “Bu tarihsel sorumluluk, ülkemin ulusal çıkarlarının bir parçasıdır” dedi.
Merkel’in bu tutumu, 2000-2005 yılları arasında İsrail’de Almanya büyükelçisi olan Rudolf Dreßler’in etkisinde şekillenmişti. Dreßler, 2005 yılında yayımladığı bir makalede, “İsrail’in güvenliği ulusal çıkarlarımızın bir parçasıdır” demişti.
Her ne kadar bu ifade aslında Yeşiller Partisi’nden Joschka Fischer’e ait olsa da, Spiegel’in raporlarına göre Merkel’in danışmanları bu ifadeyi, “Hristiyan Demokrat söylemine” kıyasla daha uygun bulmuşlardı. Merkel’in “alternatifsiz politika” olarak adlandırılan bu yaklaşımı, Almanya’nın İsrail’e yönelik politikasını demokratik rekabetin dışına çıkardı ve tarihçi Jürgen Zimmerer’e göre bu politikayı “sorgulanamaz bir ilke” haline getirdi.
Merkel bu konuda başarılı oldu: Almanya’daki hemen hemen tüm siyasi çevreler, İsrail’e karşı sorumluluğun ülkenin ulusal çıkarlarının bir parçası olduğu konusunda hemfikir. 2021 yılında, Sosyal Demokratlar, Yeşiller ve Hür Demokratlardan oluşan yeni koalisyon hükümeti, ünlü bir madde içeren bir anlaşma yayımladı: “İsrail’in güvenliği ulusal çıkarlarımızın bir parçasıdır.”
Şansölye Olaf Scholz, 7 Ekim 2023’ten sadece on gün sonra İsrail’e bir ziyaret gerçekleştirdi ve bu sırada İsrail, Gazze’ye binlerce bomba yağdırıyordu. Scholz, bu ziyaretinde Almanya’nın İsrail ile ilgili duruşunu yeniden teyit etti. Angela Merkel’in görevden ayrılmasından bu yana, özellikle Çin ve Rusya karşısında ekonomik çıkarları güvenliğe öncelik verme politikası nedeniyle dış politika mirası yoğun eleştirilere maruz kaldı. Ancak 7 Ekim’den sonraki gelişmeler, Merkel’in İsrail’e yönelik dış politika mirasının da yıkıcı bir şekilde etkili olduğunu ortaya koydu.
2009 yılında, Merkel’in İsrail parlamentosunda yaptığı konuşmadan bir yıl sonra, Netanyahu ikinci kez iktidara geldi ve o zamandan beri İsrail giderek aşırı sağa yöneldi. Şu anda Almanya, İsrail’i eleştirme konusunda ya yetersiz ya da isteksiz bir duruş sergiliyor; bu, İsrail’in Filistinlileri topraklarından çıkarıp onları bombaladığı durumlarda bile geçerli.
Yeşiller Partisi’nin önde gelen liderleri arasında yer alan Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock ve Ekonomi Bakanı Robert Habeck, İsrail’in en güçlü savunucuları ve anti-Siyonizm ile Filistin yanlısı duruşların en sert eleştirmenleri arasında bulunuyor.
Son zamanlarda, medya şirketi Springer, İsrail’i eleştiren bazı kişilere karşı dava açtı. Bu kişiler arasında, sonunda Alman devlet televizyonu ZDF’den kovulan Filistinli-Alman gazeteci Nemi El-Hassan da bulunuyor. Şirket çalışanları, İsrail’i destekleyen bir bildiriye imza atmaya zorlanıyor. Almanya’nın bir eyaletinde İsrail’i desteklemek vatandaşlık için bir şart haline geldi ve diğer eyaletler de bu planı uygulamayı hedefliyor. Sanki Almanya’daki tüm vatandaşlar Springer’in çalışanıymış gibi bir algı yaratılıyor.
Geçtiğimiz yıl, Die Zeit gazetesi, Springer’in CEO’su Mathias Döpfner’in sızdırılan e-postalarını yayımladı ve bu e-postalar, Döpfner’in siyasi görüşlerini ifşa etti. Bu e-postalardan biri, “Siyonizm her şeyden daha önemlidir” gibi rahatsız edici ve tuhaf bir ifadeyle son buluyordu. Bu ifade, son birkaç on yılda Almanya’da oluşan siyasi mutabakatı mükemmel bir şekilde özetliyor.