1967 Yanlış Bir Adrestir; “Amaç, Tüm Filistin’in Özgürlüğü ve Tüm İthal Yahudilerin Geri Dönüşüdür”

1967 Yanlış Bir Adrestir; “Amaç, Tüm Filistin’in Özgürlüğü ve Tüm İthal Yahudilerin Geri Dönüşüdür”

Uluslararası Adalet Divanı, bu adaletsiz bölünmeye hiç değinmeden, Filistinlilerin geri dönüş hakkını yalnızca 1967’de sürgün edilenlerle sınırlamıştır.

Adalet sloganlarının atıldığı bir dünyada, uluslararası hukuk sistemi hâlâ sömürge dönemlerinin karanlık çelişkileriyle boğuşmaktadır. ICJ’nin (Uluslararası Adalet Divanı) Filistin konusundaki son kararı, adaletten uzak olmasının ötesinde, bu sistemin sömürge mekanizmalarıyla iş birliğini açıkça göstermektedir. Bu karar, uluslararası hukukun özgürlük aracı olmaktan ziyade, sömürgeci hâkimiyetin meşrulaştırılması için bir platforma dönüştüğünü bir kez daha kanıtladı.

Siyonist Sömürgeciliği Meşrulaştırma

Birleşmiş Milletler’in 1947 tarihli 181 No’lu kararı, Filistin’in adaletsiz bölünmesiyle siyonizmin hâkimiyetine zemin hazırladı. Bu karar, Filistin topraklarının %56’sını Avrupalı Yahudi göçmenlere tahsis ederek modern sömürgecilik tarihinde bir dönüm noktası oldu.

1967’deki “Nekse” günü olarak bilinen olaylardan sonra, İsrail Batı Şeria ve Gazze Şeridi’nin yanı sıra Filistin’in diğer bölgelerini de kontrol altına aldı. Şimdi ise, Uluslararası Adalet Divanı, bu adaletsiz bölünmeyi görmezden gelerek Filistinlilerin geri dönüş hakkını yalnızca 1967’de sürgün edilenlerle sınırlandırmıştır. Bu durum, tarihi “tartışılabilir” ve “göz ardı edilebilir” diye ikiye ayıran bir yaklaşımı yansıtmaktadır.

Filistinlilerin geri dönüş hakkı, onların doğuştan gelen bir hakkıdır, uluslararası sistemin onlara bir lütfu değil. Geri dönüş hakkı, yalnızca işgalin sona ermesinin değil, aynı zamanda kaybedilmiş bir vatanın yeniden inşasının başlangıcıdır. Ancak Adalet Divanı’nın yaklaşımı, bu hakkı sömürgeci çerçeveler içinde tanımlanan hukuki bir sürece indirgemiştir.

Apartheid mı Adalet mi?

Adalet Divanı’nın kararında “apartheid” kelimesi bile kullanılmamış olması dikkat çekicidir. Oysa İsrail’in Filistinlilere yönelik politikaları yalnızca insan hakları ihlali değil, aynı zamanda açıkça apartheid rejiminin bir yansımasıdır. Divan, bu gerçeği görmezden gelerek Filistin işgalini basit bir “insan hakları meselesi”ne indirgemiştir.

Birleşmiş Milletler: Sömürge Aracı mı, Özgürlük Gücü mü?

En büyük çelişki, Birleşmiş Milletler’in rolüdür. Eşitlik ve özgürlük sembolü olması gereken bu yapı, sömürgeciliği meşrulaştıran bir araca dönüşmüştür. İngiltere’nin Filistin üzerinde manda yönetimi kurmasından Avrupalı Yahudi göçünü teşvik eden kararlara kadar, Birleşmiş Milletler İsrail’in hâkimiyetine karşı koymada başarısız olmuştur.

Halkın Baskısı ile İlerlemek

Bu durum hayal kırıklığı yaratmamalıdır. Her ne kadar eksik olsa da Adalet Divanı’nın kararı, kamuoyunu harekete geçirmek için bir araç olabilir. Halk hareketleri, bu kararı İsrail ile ekonomik ve siyasi ilişkilerin kınanması için bir belge olarak kullanabilir. Boykot, Yatırımların Geri Çekilmesi ve Ekonomik Yaptırımlar Hareketi (BDS), İsrail’i zor durumda bırakabilecek ve uluslararası hukuk sistemini yaklaşımlarını gözden geçirmeye zorlayabilecek stratejilerden biridir.

Adalet: Bir Hayal mi Yoksa Gerçek mi?

Adalet Divanı’nın son kararı bir kez daha gösterdi ki, özellikle sömürge altındaki halklar için adalet yalnızca hukuki bir süreç değil, aynı zamanda siyasi bir mücadeledir. Uluslararası sistem tarihsel eşitsizlikleri ve çelişkileriyle kilitli kalmışken, gerçek adalet için baskı ve birlik oluşturma görevi Filistin halkına ve destekçilerine düşmektedir.

Filistinli yazar Gassan Kanafani’nin dediği gibi: “Ekmeğini çalıyorlar ve sonra onun bir kısmını sana veriyorlar. Daha sonra, cömertlikleri için onlara teşekkür etmeni istiyorlar… Ne cesaret!”

Şimdi, sömürgecilere teşekkür etmek yerine gerçek adalet için mücadele etme zamanı.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

one + 8 =