İsrail haydut olduğunu bir kez daha kanıtladı
İsrail’in yaptıklarına ilişkin gerçekler yavaş yavaş gün ışığına çıkıyor; adalet için hesap verebilirliğin İsrail’e dayatılması için tam zamanı.
Uluslararası ilişkiler yorumcusu Simon Tisdall, The Guardian’da ”By attacking and undermining the ICC, Israel has proved again it is a state gone rogue” başlığıyla yer bulan makalesinde, Uluslararası Ceza Mahkemesi yetkililerine saldıracak kadar yoldan çıkan İsrail’in nasıl bir haydut olduğunu bir kez daha kanıtladığını anlatıyor.
İsrail’in Filistinli sivillere yönelik geniş çaplı yasadışı katliamının yarattığı öfkenin tetiklediği uluslararası izolasyon, önde gelen siyasetçilerin ve istihbarat kurumlarının Donald Trump yönetiminin yardımıyla Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin (UCM) çalışmalarını ve yetkililerini izlemek, baltalamak, “uygunsuz bir şekilde etkilemek” ve tehdit etmek için komplo kurduğuna dair yeni, ayrıntılı ve inandırıcı iddiaların ardından daha da derinleşecek.
İddialara göre hedef alınanlar arasında mahkemenin eski başsavcısı Fatou Bensouda ve halen görevde olan Kerim Han da bulunmaktadır. Eğer öyleyse, buna derhal son verilmelidir. Dünya bir kez daha, sağcı başbakanı Bünyamin Netanyahu’nun yıkıcı liderliği altındaki İsrail devletinin yoldan çıktığına dair dehşet verici kanıtlarla karşı karşıyadır.
Netanyahu bir kez daha çizgiyi aşmıştır. Bir kez daha dünya kamuoyunu, ülkesini sorgusuz sualsiz destekleyen ve silahlandıran Batı demokrasilerinin değerlerini ve uluslararası hukukun en temel ilkelerini küçümsediği ortaya çıkmıştır. Daha Özellikle de Hamas’ın 7 Ekim’deki korkunç saldırılarından sonra İsrail’i destekleyenler için, İsrail bir kez daha derin bir hayal kırıklığı olmuştur.
Netanyahu’ya yönelik söz konusu iddialar Guardian, İsrail-Filistin yayını +972 Magazine ve İbranice yayın yapan Local Call tarafından bu hafta yayınlanan ortak bir soruşturmanın ürünüdür. Başbakanlık ofisi tarafından “yanlış ve asılsız” oldukları ve İsrail’e zarar vermeyi amaçladıkları gerekçesiyle resmi olarak yalanlandılar. Şu ana kadar hiçbir spesifik iddia ele alınmasa da bu artık acil bir gereklilik.
Netanyahu’nun aşırı sağcı koalisyonu daha şimdiden hem dostlarından hem de düşmanlarından eşi benzeri görülmemiş diplomatik kınama ve eleştirilerle karşı karşıya kaldı.
BM Güvenlik Konseyi ve Genel Kurulu, AB, Arap devletleri, çok sayıda yardım kuruluşu ve hatta geç de olsa Biden yönetimi, İsrail’in Ekim ayında 1.200 kişinin katledilmesinin ardından işgal ettiği Gazze’ye yönelik saldırılarının durdurulmasını talep etti. Askeri ve siyasi açıdan gerçekçi olmayan hedefleri Hamas’ı tamamen yok etmek olan Netanyahu ve aşırı milliyetçi müttefikleri tarafından vahşiliklerini kesmeleri yönündeki tüm çağrılar kesin bir dille reddedildi. En sonunda da, İrlanda, İspanya ve Norveç’in Filistin devletini tanıyan ülkelerin çoğunluğuna katıldılar.
İsrail’in Refah saldırılarını durdurması, sınırsız yardıma izin vermesi ve Gazze’yi BM öncülüğündeki soruşturmalara açması yönünde karar alan BM Uluslararası Adalet Divanı’ndan (UAD) daha fazla baskı geldi. Ancak son zamanlardaki en dramatik gelişme, Han’ın Netanyahu ve Savunma Bakanı Yoav Gallant hakkında Gazze’yle bağlantılı savaş suçları ve insanlığa karşı işlenen suçlar nedeniyle tutuklama emri çıkarma kararıyla UCM’den geldi.
Bu tam da İsrail liderlerinin kaçınmak istedikleri bir sonuçtu ve muhtemelen UCM’yi yıkma iddialarının temel motivasyonuydu. Tepkileri öfke doluydu. Söz konusu dönemin neredeyse tamamında başbakanlık yapan Netanyahu, bu adımı bariz bir antisemitizm olarak kınadı ve tüm “medeni” ülkeleri bunu reddetmeye çağırdı. Ve Han’a karşı üstü kapalı tehditler savruldu.
İsrail’in uluslararası adaletle ilişkisindeki bu son kriz 2015’ten beri patlak veriyordu.1967 sonrası işgalle ilgili BM güvenlik konseyi kararlarını görmezden gelme yönündeki köklü uygulaması göz önüne alındığında, hesap verebilirliği zaten her zaman sıkıntılı olmuştu. Han’ın UCM’deki selefi Bensouda, Filistin topraklarında işgalci İsrail güçleri ve Filistinli gruplar tarafından işlenen olası suçları incelemeye karar vermişti. Tam da bu yüzden, İsrail’in istihbarat servislerinin, siyasi yönlendirmeyle hareket ederek UCM’nin faaliyetleriyle ilgilenmesi şaşırtıcı değil. Doğal olarak, BM de ne gibi eylemlerin ortaya çıkabileceğini bilmek istiyor.
Ancak Guardian’ın soruşturması kilit bir soruyu gündeme getiriyor: Mossad, Şin Bet ve İsrail ordusu ajansları bilgi arayışlarında uygunsuz, hukuk dışı ve hatta suç teşkil eden yollara mı başvurdu?
Eğer Bensouda’nın ve diğer UCM yetkililerinin telefon ve e-posta görüşmelerinin gizlice dinlenmesi ve kaydedilmesi, Bensouda’yı tehlikeye atmaya ve ailesini lekelemeye yönelik girişimlerde bulunulduğu iddiaları ve İsrail istihbaratından üst düzey bir ismin kişisel olarak tehditkar davranışları hukuka aykırı yöntemler teşkil ediyorsa -ki makul insanlar böyle olduğu sonucuna varabilir- o zaman Netanyahu ve işbirlikçilerinin cevaplaması gereken çok ciddi sorular var demektir.
Netanyahu ile birlikte, şu anda aktif olarak görevde olan ve cezai suçlamalarla karşı karşıya olan bir ulusal lider olma gibi nadir bir ayrıcalığı paylaşan Trump’ın da öyle. Soruşturma, İsrail ve Trump yönetimi yetkililerinin 2020 yılında Washington’da bir araya geldiklerini ve iddiaya göre hem Filistin’de hem de Afganistan’daki ABD güçleri tarafından işlenen olası suçlarla ilgili UCM soruşturmalarını engellemenin yollarını tartıştıklarını ortaya çıkardı.
Trump’ın Bensouda da dahil olmak üzere UCM yetkililerine keyfi yaptırımlar uygulama kararı (başkan olarak halefi Joe Biden bu kararı iptal etti) bunun görünür sonuçlarından biriydi. Han’ın Netanyahu ve Gallant’ın (ve Hamas liderlerinin) tutuklanmasını talep etme kararının ardından Trump yine saldırıya geçerken, utanç verici bir şekilde, bir grup Cumhuriyetçi senatör Han’a konuyu takip etmesi halinde kendisini kişisel olarak hedef almayı planladıklarını söyledi.
Netanyahu, UCM’ye saldırarak, mahkemenin tüm ülke için bir tehlike oluşturduğunu iddia ederek kendi kişisel çıkarları ile İsrail’in çıkarlarını bir kez daha birbirine karıştırmıştır.
Bunun tam aksine Bensouda ve Han, günümüz uluslararası sahnesinin en önde gelen ve en vicdansız aktörlerinden bazılarının açık ve gizli tehditlerine karşı cesaret ve asalet göstermişlerdir, örneğin geçen yıl Ukrayna’da savaş suçu işlediği iddiasıyla suçlanan Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin gibi. Görevini yapmaya ve iktidara karşı gerçeği söylemeye cesaret eden Han, mahkemeye taraf olan 124 devletin tamamının güçlü desteğine güvenebilmelidir.
Bunu yapamaması, özellikle de İşçi Partili Robin Cook’un dışişleri bakanı olduğu dönemde UCM’nin kurulmasında etkili olan İngiltere için bir utanç kaynağıdır. Rishi Sunak Han’ın Netanyahu’ya karşı hamlesini “son derece yararsız” olarak nitelendirdi. Biden bunu “çirkin” olarak nitelendirdi. Küresel kurallara dayalı düzenin yeminli düşmanları olan Putin ve Çin’deki Xi Jinping, demokratik Batı’nın İsrail’in hukuk dışı davranışları yüzünden parçalanmasını izlerken kahkahalarla gülüyor olmalılar.
Şimdi sorumluluk Netanyahu ve ortaklarının, İsrail’in UCM’ye karşı neredeyse on yıldır süren kan davasına ilişkin bu sağlam temelli iddiaları satır satır yanıtlayarak uluslararası görüşe ve genel ahlaka biraz saygı göstermelerinde. Eğer bunu yapmazlarsa, bunun nedeni muhtemelen gerçekte yapamayacak olmalarıdır.
Trump gibi yalanlarını ikiye katlayacaklardır. Ancak dünya gerçeği öğrenecek, tıpkı Gazze gerçeğini yavaş yavaş öğrenmeye başladığı gibi.
Gerçek şu ki, Netanyahu’nun liderliğindeki İsrail, gerçekten korkunç bir ulusal travma esnasında yoldan çıktı. Hamas liderleri gibi o da yaptıklarının hesabını bir mahkemede verene kadar da insanlığın ilerlemesi başlamayacaktır.